Bataklık ve Çölden Arınmış Akdeniz Akşamları Hülyası

KENAN ALPAY

Şaşılacak bir şey yok; Türkiye için bitimsiz bir askeri vesayet düzeni için türlü hileler ve zorbalıklar tertipleyen Kemalizm yedeğine aldığı sol-sosyalist çevrelerle birlikte Suriye ve Mısır için öngördüğü askeri diktatörlük rejimini Libya için de tek seçenek olarak dayatıyor. Sadece Suriye’yi değil genel manada Arapların bulunduğu bütün bir İslam coğrafyasını ‘bataklık’ olarak tanımlayan bu ırkçı ve işbirlikçi çizgi doğal olarak son dönemdeki kara-propagandasını “Libya çölleri” üst başlığı altında çeşitlendiriyor.

Doğru veya yanlış, adalet veya zulüm, halkın iradesi veya despotik devlet gibi ayrımlara girişmeden, hiçbir ahlaki ve hukuki kritere bağlanmadan basit bir “yurtta ve cihanda sulh” klişesiyle “ulusal çıkarlar” putunu cilalayarak büyük diplomatik zaferler kazanabileceğini sanan sefil bir ideolojik-sınıfsal network dikilmiş karşımıza.

Türkiye’nin üzerine çok boyutlu ve giderek derinleşen bir dizi stratejik problem geliyor. Türkiye ya bu stratejik problemleri adım adım çözerek ilerleyecek ya da bu stratejik problemler Türkiye’yi adım adım çözüp teslim alacak. Mesele uzun yıllar boyunca Ege Denizi’ni kilitleyen Türkiye ve Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı problemi kadar dar veya savaş uçakları arasında baş gösteren ‘it dalaşı’ gibi psikolojik değil. Milli gururu okşamak maksadıyla krize dönüştürülen Kardak Kayalıkları üzerinde küçük kabadayılıklarla durumdan vazife çıkarılacak vakitler çoktan geride kaldı.

Her ne kadar şimdilerde sadece Doğusu konuşuluyor olsa da geniş manada bir Akdeniz daha doğrusu Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın nasıl şekilleneceğine dair ciddi bir çekişme yaşanıyor ve Türkiye de gücü oranında bu çekişmenin bir tarafıdır.

Orası Çöl, Şurası Bataklık, Bunlar Pis Araplar

31 Aralık günü Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi Meclis’e sunuldu. Büyük bir aksilik olmazsa 2 Ocak Perşembe günü Meclis Genel Kurulu, Tezkere’yi tartışıp oylamak toplanacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hükümet’in öncelikle iki hedefi var: 1- Türkiye ve Libya arasında gerçekleşen Münhasır Ekonomik Bölge’ye ilişkin anlaşmayı hayata geçirmek, 2- Anlaşmanın tarafı olan Trablus’taki Milli Mutabakat Hükümeti’ni darbeci Halife Hafter ordusunun saldırılarından korumak.

Eğer Türkiye bölgede hukukun üstünlüğünü ve halkın iradesini korumak üzere bir pozisyon alamazsa ne askeri darbelerle yönetimi zapt eden despotik iktidarların ne de onlara yaslanarak bölgeye sirayet eden emperyal devletlerin kendisini çevreleme ve yalnızlaştırma harekâtlarına karşı koyabilir. Çünkü bölgede halkın iradesi demek Türkiye için artan dost ve müttefik ülke demektir. Aksi durumda askeri darbe veya despotik iktidarlar işbirliğiyle Türkiye’nin bölgede yalnızlaştırılması demektir.

Türkiye için Libya’da askeri bir taraf olmak ciddi riskler hatta yakın tehdit ve tehlikeler içeriyor elbette. Enine boyuna hesaplanması, hem hukuki hem de toplumsal açılardan sağlam ve yapıcı adımlar atılması yönünde etraflıca bir müzakere yapılması gerektiği açık. Bununla birlikte CHP’nin tavrı hemen bütün müzakerelere kapalı duruyor. Mesela CHP Grup Başkanvekili Özgür ÖzelAskerimizin Libya çöllerinde yeri yok” diyor. Keza CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da çöl ve kan vurgulu şu tür cümleler kurmaktan öteye geçemiyordu: “Askerlerimizin kanlarının Libya çöllerine akmasını kabul etmiyorum. Yazıktır günahtır bu memlekete.

İslamcılar Tehlikeli, Diktatörler Güvenilir

CHP’nin bir diğer Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz ise Türkiye’nin diplomasiye öncelik vermesini öneriyor doğal olarak. Peki, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa ve Rusya’nın darbeci Halife Hafter üzerinden Libya’da yeni bir Kaddafi rejimi kurup halkın iradesini boğmasının önüne nasıl geçilecek? Çeviköz’ün “Türkiye, Libya’daki vekâlet savaşında taraf olmasın, Müslüman kanının dökülmesine sebebiyet vermesin” sözü nasıl karşılık bulacak? Rusya’nın Suriye’deki yıkım ve katliamlarını hiç tartışmamış Kemalist siyasi cephe Wagner üzerinden Libya’da işlenen yıkım ve cinayetlerin nasıl durdurulabileceğini öngörüyor acaba? Vekâlet savaşı dedikleri şey Rusya ve Fransa’nın, Mısır ve BAE’nin başına Halife Hafter’i geçirdikleri darbeci bir orduyla Libya’yı hizaya sokmak değil mi?

Atatürkçü asker bakışı da CHP’yle paralel işliyor. Dedesi ve babası da deniz subayı olan emekli Tuğamiral Türker Ertürk, Suriye ve Libya’yı Türkiye için battıkça batıla bir bataklığa benzettikten sonra Libya’da Hafter’in neden vazgeçilemez bir aktör olduğunu anlatmaya başlıyor. Hemen hiçbir garipseme ve kınama ifadesi kullanmadan şunları sıralıyor: “General Hafter’i sıradan biri olarak görmemek lazım. Sovyetler Birliği zamanındaki Firunze Askeri Akademisi’nden iyi dereceyle mezun, 1967’de İsral ile yapılan Yom Kippur Savaşı’na katılmış Libya-Çad savaşına katılmış. Rusça ve İngilizce bilir. 1990’dan itibaren 20 yıl ABD’de yaşamış ve CIA ile işbirliği yapmış birisi. Adamın bir ayağı Amerikalılar, bir ayağı Ruslarla. Bir anlamda ikisinin de desteği var.” Amerika ve Rusya’nın, Mısır ve Fransa’nın üzerine yatırım yaptığı Esed gibi, Sisi gibi, Hafter gibi seküler ve pragmatik taşeron katiller varken ne işimiz var halkın iradesini siyasete taşıyan İslami hareketlerle, değil mi?

Cumhuriyet Gazetesi’nden İpek Özbey’e konuşan Tuğamiral Ertürk, bütün zengin Körfez ülkeleri, Rusya, Fransa ve Mısır’ın Libya’da Hafter’i destekleme gerekçesini bakın nasıl güzel özetliyor: “Radikal İslami örgütlerin terör için uygun iklim yarattığına inanan ve gören yönetimlerin hepsi Hafter’e destek veriyor.” Peki, AK Parti Hükümeti neden Trablus yönetimine destek veriyormuş? “Çünkü İhvancı. Bunun başka bir izahı yok.” Amiral Ertürk’e göre Hükümet’in temel sorunu “siyasal İslamcı ideolojisi, yeni Osmanlı hayalleri, mezhepçi bakışı ve İhvan aşkı”ndan kaynaklanıyor. Akdeniz ve Karadeniz uzmanı Atatürkçü komutan Doğu Akdeniz’de çözüm için Hükümet’e şöyle bir yol haritası çiziyor: “Suriye’yle masaya otur. Mısır’la masaya otur. Hamas aşkını bırak İsrail’le masaya otur.” Bu mantık ve karakterler despotik iktidarların ömrünü uzatmaktan, emperyalist işgal ve sömürüyü kolaylaştırmaktan başka ne işe yararlar ki?!

Tartışma Dışı Bırakılan Diktatörler ve İşgalciler

Amiral Ertürk’ün perspektifine göre “çağdışı siyasal İslamcı ideoloji”ye Türkiye’de, Suriye ve Libya’da, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da da bir çıkış yok. Onun derdi ve kavgası öncelikle Müslümanlarla. Babası Hafız Esed’den devraldığı yarım asırlık Baas rejimiyle işkence altında, varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla yüzbinlerce insanı katleden Beşşar Esed’in despotizmine, her yönüyle Rusya ve İran’a yaslanan işbirlikçiliğine dair tek kelime etmiyor, edemiyor Amiral Ertürk. General Sisi’nin Körfez sermayesine, Amerika ve Avrupa’nın siyasi-diplomatik desteğine yaslanarak meydanları kan denizine, cezaevlerini toplama kampına çeviren askerine darbesine ilişkin hemen hiçbir olumsuz cümle kuramıyor örneğin. Halife Hafter’in Rusya ve Amerika arasında salınarak, Mısır ve BAE müdahalesine yaslanarak Libya’nın geleceğine rezil bir darbe süreciyle ipotek koymaya kalkışmasını olağan bir gelişme şeklinde resmediyor mesela.

Her şeyi çok iyi bilen Amiral Ertürk anti-semitizmi nefretle kınıyor, Amerika’daki Yahudi diasporası üzerine son derece ince hesaplar yapıyor. Gelin görün ki; İsrail’in Siyonist-ırkçı yapısına, masum insanların kanlarını dökerek işgal ettiği Filistin topraklarına, evlerine bahçelerine el koyarak yurtlarından sürdüğü Filistin halkına, dünyanın dört bir tarafından getirdiği Yahudi yerleşimciler bahanesiyle sürekli yeni yerleşim alanları açarak işgali derinleştirdiğine dair olumsuz hiç ama hiçbir değerlendirme yapamıyor. Bilmiyor değiliz, şaşırıyor değiliz elbette. Amiral Ertürk ve Kemalist cephenin “İhvan aşkı” diyerek hakaret ve aşağılamayla hedef aldığı şey Müslüman halkın siyasi iradesidir tabii ki. Seküler ve ulusalcı karakteri belirgin, askeri vesayeti dayatan Tek Adam ve Tek Parti rejimi Türkiye için de Suriye, Mısır, Libya ve halkı Müslüman diğer ülkeler için de en makbul yönetim biçimi şeklinde pazarlanıyor.

Hak, hukuk, direniş, özgürlük, refah gibi değerleri Suriye halkına layık görmeyenler Libya halkından da esirgemek için türlü hileler, vesveseler ve entrikalar tertipliyorlar. Ulusalcı gururu okşamak üzere kurguladıkları kahramanlık senaryoları esasen emperyal siyaseti ve bölgedeki despotik işbirlikçilerini besliyor.

Suriye bataklık zaten, Esed’e kalsın”, “Libya zaten çöl, Hafter yönetsin”, “Mısır zaten sefalet içinde, Sisi sömürsün” rezil tekerlemesine bu ülkede Kemalist diplomasi, Atatürkçü strateji diyorlar. Sırtını dön, kulaklarını tıka, kalbin taş olsun ve Akdeniz sahillerini kıyıya vuran cesetlerle değil kumsalda güneşlenme, barlarda kafayı çekip eğlenme merkezi olarak tasarla. Telaşa mahal yok; Esed, Sisi ve Hafter gibi kiralık katiller de Siyonist İsrail de “İhvan aşkıyla yanıp tutuşan Erdoğan”a karşı her zaman Atatürk’ün ve Atatürkçüleri destekledi, desteklemeye de devam edecek.

Not: Kenan Alpay, bugün Yeni Akit Gazetesi’nde yayınlanan makalesini Haksöz-Haber için genişletmiştir.