Basra’da güç mücadelesi

Beril Dedeoğlu

Arap ülkelerindeki değişim, Basra Körfezi’ne doğru genişledikçe farklı bir boyut kazanmaya başladı.

Dünyanın en stratejik yerlerinden biri olan Basra Körfezi, gerek büyük güçler gerekse Suudi Arabistan-İran dengeleri bakımından yaşamsal olarak tarif edilen bir bölge; bu haliyle de tarihin hemen hiçbir döneminde yönetimlerin halkların iradesine göre belirlenmesine güvenilmemiş. İrade halklardan geliyor olsaydı, muhtemelen Basra Körfezi çevresindeki ülkelerin bir kısmı Şii bir kısmı Sünni yönetimlerde olur, bu da Soğuk Savaş’tan beri süre giden doğu-batı eksenindeki ayrılmayı olanaksız hale getirirdi.

Suudi Arabistan, stratejik dengedeki yerini güçlendirmek için Körfez ülkelerini yanında tutma gayreti göstermiş ve hatta zaman zaman baskı yapmış bir ülke. Öte yandan Basra’daki mücadeleyi kendi yaşam alanının daraltılması olarak gören İran da Yemen, Bahreyn ve Suriye ile Suudi Arabistan’ı çevrelemeyi iş edinmiş bir ülke durumunda ve anlaşılan o ki bugün bu iki devlet arasındaki gerilim fazlasıyla artmış durumda

İki gösterge

İki ülke arasında gerginliğin arttığını gösteren iki gelişme oldu. Bunlardan biri, Suudi cephesiyle ilgili. Bahreyn yönetimi ülkedeki olayları Şii ayaklanması olarak tanımlayıp Suudi ordusuyla Kuveyt polisini yardıma çağırdı ve ülkeler de hemen müdahale ettiler Bu, Arap ayaklanmalarına yapılan ilk dış askeri müdahale ve bir yandan Bahreyn’deki ABD üslerinin garanti altında kalmasına bir yandan da Şii’lerin iktidara yanaşmamasına hizmet ediyor. Müdahale edenler zaten yönetimin de şiddet uyguladığı kesimleri hedef alıyor, bu haliyle “insancıl müdahale” denecek bir seyir izlenmiyor. Ancak Bahreyn yönetimi çağırdığı için müdahale işgal de sayılamıyor. Afganistan yönetimi de zamanında SSCB’den yardım istemiş, Sovyet askerleri yardıma gelmiş sonra işgale yönelmişlerdi; ama bu örnek belki başka bir örnektir.

Suudi-İran gerginliğine ilişkin ikinci gösterge ise İran tarafına ait. İsrail, Suriye’den yola çıkıp Mersin’e uğradıktan sonra yoluna devam eden bir gemiye 200 mil açıklarında operasyon yaptı. Gemi Liberya bandıralı, sahibi Almanya’dan işletmecisi de Fransa’dan. İddia ise İran menşeli silahların Gazze’ye götürülmesi. İsrail bu konuyla Türkiye’nin ilgisi olmadığını açıkladı. Bu gelişmeden çok kısa bir süre sonra da bir İran kargo uçağı Diyarbakır’a indirildi ve içinde silah ya da nükleer malzeme var mı diye didik didik arandı.

Büyük güçler devrede

Söz konusu gelişmeler Basra’nın iki yakası arasında gerginliğin giderek tırmandığını göstermeye yeter, ancak bu gerginliği sadece Suudi-İran rekabeti ya da Şii-Sünni mücadelesiyle açıklamak da yeterli değil. Suudi Arabistan’ın Körfez ülkeleri ve İsrail ile birlikte büyük ölçüde ABD stratejilerine uygun davrandığı söylenebilir. İttifak kurmuş bu ekibin gücüne bakıldığında, ABD’nin hedefinin İran olduğunu söylemek zor olur; İran ile uğraşmak için fazla büyük bir kuvvet var ortada. Şii-Sünni rekabetini Sünni lehine destekleyen İsrail ile diğer Sünni eksen ülkeleri ABD ile uyumluysa, Şii eksenini destekleyen İran’ın hangi aktör ya da aktörlerle uyumlu olduğu sorusu temel soru haline geliyor.

Doğrusu İran’ı el altından destekleyen Avrupa ülkelerinin olmadığı söylenemez; bunun için Gazze’ye bile bakmak yeterli. Bununla birlikte “esas oyuncu”nun Avrupa’da aranması zor ve daha uzağa Çin’e doğru bakmak daha uygun olabilir. Bu dengede Rusya ve Türkiye’nin yerlerinin ne denli önemli olduğu bir kez daha açığa çıkmış durumda. Bu iki ülkenin tercihleri, yeni güç dengelerini belirleyecek bir kapasiteye sahip.

STAR