Başörtüsü yasağının çözüm süreciyle ilgili gerek TV ekranlarında gerek gazete köşelerinde yoğun bir tartışma yaşanıyor. Konuyu dinî bir kimlikten öte bireysel bir hak olarak tanımlama çabası içindeki liberal çevreler "…ama şunlara da özgürlük olmalı!" şeklindeki cümleleri eklemeyi adeta bir zorunluluk haline getirirken kimi Müslüman yazar ya da STK temsilcilerinin örtünmenin dayatma olmadığını ispatlama kabilinde 18 yaş altı çocukların örtünmesinin tercihlerine bırakılması gerektiğini ifade etmeleri dikkat çekiyor.
Zaman gazetesinin bugünkü nüshasında yayınlanan Şahin Alpay'ın yazısı da böyle bir kafa karışıklığının ürünü. Yetişkin olmayanların inançlarının ne olması gerektiğine ana-babalarının karar vereceğini yazan Alpay, çözüm olarak ise Fransa modeline işaret ediyor. Böylelikle tutarsızlığını da ortaya koyuyor. Zira kendisinin de belirttiği gibi Fransa modelinde örtünme ancak ilköğretim için kilise okullarında ve yükseköğretimde mümkün hale gelebiliyor. Kamuya ait ilk ve ortaöğretimde ise dinî simge yasaklanıyor. Ve Alpay'ın da önerisi bu!
Bu durumda çocuklarını dinî inançları gereğince yetiştirmek isteyen ana-babaların ne yapacağı sorusu zihinlere takılıyor. Alpay, ona da çözüm bulmuş: "Kızlarının başını örtmesini uygun gören ana-babalar çocuklarını özel okullara gönderebilirler." Peki, ya kızlarının başını örtmesini uygun görüp de çocuklarını kamu okullarına göndermek isteyen veya özel okullara gönderme imkânları olmayan ve çoğunluğu temsil eden ana-babalar ne yapacak?
Şahin Alpay'ın, yazısında başörtüsüne çizdiği sınır sadece eğitim alanı ile ilgili değil tabii ki. Kamusal alanda da bazı işleri kategorik olarak sadece başı açıklara tahsis ediyor. Tesettürlü insanların bir işi veya statüyü kendilerine uygun görüp görmemesini değil de liberal demokratik rejim inşasının selametini merkeze alan otoriter bir hava belli ediyor kendini.
Uzlaşma adına tutarsız ve sınırlı çözüm önerileri sunmak sorunu çözmek demek değildir. Sorunun çözümü başörtüsüne her yerde ve her alanda kayıtsız-şartsız bir serbestiyet getirmektir. Kılıçdaroğlu'nun önerdiği Pakistan-İran türban modeline karşı Şahin Alpay Fransa modelini öne çıkarıyor. "İslam'ın öngördüğü olmasın da her ne olursa olsun!" diyenler bakalım daha hangi modelleri keşfedecekler.
(Haksöz-Haber)
Şahin Alpay'ın ilgili yazısı:
Şahin Alpay / Zaman
Konu henüz netlik kazanmış değil, ama üniversitede okuyan kız öğrencilere uygulanan başörtüsü yasağının sonuna yaklaştığımızı düşündüren gelişmeler var.
Bunların başta geleni CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun, üniversitelerde başörtülü öğrencilerin derslere girmelerinin engellenemeyeceğine dair YÖK talimatı aleyhine yargıya gitmeyeceği işaretini vermiş olması. Onur Öymen ve benzerlerinin Kılıçdaroğlu'nu "eksen kayması" ile suçlamalarına ve Cumhurbaşkanı'nın 29 Ekim resepsiyonuna katılıp katılmama (yani yasağın, "kamusal alanda" yani kamu işyerlerinde sürüp sürmemesi konusundaki) kararsızlığa bakıldığında CHP içinde bu konuda görüş ayrılıklarının daha bir süre devam edeceği anlaşılıyor. Ama yine de tahmin edilebilir ki, Kılıçdaroğlu'nun üniversite öğrencilerine başörtüsü yasağını kaldırma yönündeki iradesi, er geç galebe çalacaktır.
Buna karşılık Kılıçdaroğlu'nun net olarak ifade ettiği husus, CHP'nin kamu görevlileri ve (18 yaşından) küçük öğrenciler için başörtüsü yasağının devam etmesinden ödün vermeyeceği. Bu nedenle önümüzdeki dönemde üniversite öğrencileri için ve "kamusal alan"da başörtüsü yasağının kalkacağı, tartışmanın öteki alanlar üzerinde odaklanacağı beklenebilir. Nitekim TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in Cumhuriyet gazetesine verdiği mülakatta buna dair sözleri ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın pek öfkeli cevabı bunu ima etmekte. Seçimlerden sonra sivil ve demokratik bir anayasa yapılması da söz konusu olduğuna göre, bu konuyu tartışmakta yarar var.
Konuya liberal demokratik rejimin ilkeleri açısından bakıldığında söylenmesi gerekenler şunlar: Hiçbir parlamento ya da yargı organı, (insan hakları ile çelişmediği sürece) yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine kısıtlama getiremez. Din ve inanç özgürlüğü, temel bir hak ve özgürlüktür. İnançlarının neyi gerektirdiğine yetişkinlerin kendileri, küçüklerin ana-babaları karar verir; kimseye başörtüsü yasağı uygulanamaz.
Ne var ki, liberal demokrasilerin gözettikleri başka iki önemli ilke daha vardır. Bunlardan biri (14 Ekim tarihli yazımda açıklamaya çalıştığım gibi) etnik, dinsel ya da kültürel azınlıkların temel hak ve özgürlüklerinin çoğunluk (toplum) baskısına karşı korunması. Bu korumanın nasıl sağlanacağı önemli ölçüde o etnik, dinsel veya kültürel azınlık grubunun siyasi temsilcilerinin talepleriyle belirlenir. Liberal demokrasilerin gözettikleri bir üçüncü ilke de, toplumsal anlaşmazlıkların bir tarafın iradesini diğerine yasak, baskı ve zorla dayatmasıyla değil, taraflar arasında müzakere ve uzlaşma (yani, evet pazarlık) yoluyla çözülmesidir.
Toplumsal mutabakat yarın başka bir zeminde gerçekleşebilir. Ama bugün için, bir yanda başlarını örtmeyi dinsel vecibe sayan ve öte yanda saymayan yurttaşlar ve siyasi temsilcilerinin büyük çoğunluğunun üzerinde anlaşabileceği zemin Fransa modeli olabilir: Kamu görevlileri ve devlet okullarında okuyan temel ve ortaöğretim öğrencileri dinsel simgeler (bu arada başörtüsü) taşıyamaz. Dinsel simgelere bunun dışında kısıtlama getirilmez. Bu modelde hem tek tek yurttaşların seçme özgürlüğünün (bireysel hakların) hem de azınlıkların korunmasının (grup haklarının) güven altına alındığı söylenebilir. Başlarını örtmeyi dinî bir vecibe olarak görenler kamu görevlisi olamazlar ise de, çok daha geniş iş imkânları veren özel sektörde çalışabilirler. (Örneğin başörtülüler yargıç olamaz, ama avukat olabilir.) Kızlarının başını örtmesini uygun gören ana-babalar çocuklarını özel okullara gönderebilirler. Devletin, her kademede bütün okullarda verilen eğitimi nitelik açısından denetleme yetkisi olduğu gibi, ayrım yapmaksızın bütün okullara öğrenci başına mali destek sağlaması da düşünülebilir.
Hiç şüphe yok ki herhangi bir çözüm modelinin ilkeleri karşılayıp istenilen güvenceleri sağlayıp sağlayamadığı ancak pratikte sınanmasıyla anlaşılabilir. Zaten gerek liberal demokratik rejim gerekse akıl ve bilim de buna işaret etmez mi?