Hukuka da, vicdana da aykırı bir yasağın, başörtüsü yasağının en yakıcı evresini son yirmi yıldır hep birlikte yaşıyoruz.
Sayısı belirsiz ama on binlerle, hatta yüz binlerle ifade edilebilecek sayıda kadın vatandaşımızın hayatı karardı bu yirmi yılda.
Demokratik bir ülkenin en temel unsurlarından biri olan öğretim hakkı ceberutlarca gasp edildi. Binlerce insanımız, sadece başörtüsü yüzünden ayrımcılığa uğradı, üniversite kapılarında aşağılandı, tartaklandı, Nuray Canan Bezirgân gibi, Cerrahpaşa’da robocopların eşliğinde tartaklanarak sınıfından çıkartıldı.
28 Şubat darbesi günlerinde İstanbul Üniversitesi’nde kurulan İkna Odaları’nda başörtülü genç kızlara “Gençsin güzelsin, neden bu güzelliğini böyle kapatıyorsun”, “Başını kapatmakla güneşten alacağın D vitaminini önlüyorsun” türünden tacizlerde bulunuldu.
Sadece o mu? 18 Nisan 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi’nden İstanbul Milletvekili seçilen Merve Kavakçı, TBMM’deki yemin törenine başörtülü gelince merhum Bülent Ecevit’in “Biri bu kadına haddini bildirsin” haykırışları arasında Meclis’ten kovuldu.
Soruyorum şimdi? Binlerce insanın okuyamaması veyahut sadece başörtülü oldukları için başta kamuda olmak üzere iş bulamamalarının, toplumsal hayatın türlü zeminlerinden bu şekilde kazınmalarının hesabını kim verecek?
Referandumdan “Evet” çıkmasıyla önemli bir olgunluk sınavı daha veren demokrasimiz hâlâ bu ayıbı temizleyebilmiş değil. Nitekim, referandum öncesinde yeniden alevlenen, sonrasında da devam eden “başörtüsü” polemiği tüm vicdan ve akıl ölçütlerini yadsıyarak devam ediyor. Kılıçdaroğlu, referandum öncesinde “Biz bu sorunu çözeriz” diye ortaya çıkmış, “nasıl”ı sorulduğunda da “arkadaşlar çalışıyor” cevabını vermişti. Sonrasında ise “çalışmanın” içeriği belli oldu. Kâkülün başörtüsünden taştığı bir model üzerinde çalışıyormuş arkadaşlar. Bu saçma sapan teklif tepki görünce CHP lideri bu sefer de “bilimin ışığına” sığındı. Müminlerin meşakkatli zamanlarında Allah’a sığındığı gibi, bizim ulusalcılar da “bilime“ sığınırlar köşeye sıkışınca. “Türban” sorununu bilimin ışığında çözeceklermiş! Alay eder gibi...
Yahu, ortada bir sorun, suç varsa, o başörtüsü değil, sizin onu Anayasa ve YÖK Kanunu hükümlerini çiğneyerek fiilen yasaklamış olmanız.
Başörtüsünü yasaklayan bir kanun yok. İnsanların başörtüsü ile yüksek öğrenim görmelerini, meslek edinmelerini ve icra etmelerini önleyen bir suç var ortada sadece.
Dönemin cuntacı Cumhurbaşkanı Evren’in “Ülkede irtica tehlikesi var” sözüyle fitili ateşlenen ve başörtüsünün bir siyasi simge olduğunu savlayan bir ideolojik hastalık nedeniyle kanunla değil –çünkü özgürlükleri sınırlayan kanun olamaz- Kemal Gürüz - Kemal Alemdaroğlu arasında kotarılan yönetmeliklerle işlenen bir suç bu.
Başörtüsü yasağını savunanların elindeki en önemli koz, AYM’nin 1989 yılında başörtüsü yasağını kaldırmayı amaçlayan kanuni düzenlemeyi iptal etmesi ve hemen ardından benzer bir kanuni düzenlemede iptal yoluna gitmeden “yorum” kısmında düzenlemenin “başörtüsü”nü kapsamadığını belirttiği kararlardır.
Yani Mahkeme, yine içeriğe girmiş, hukukun temel prensibi olan “Özgürlük esas, sınırlama istisnadır” kuralını ideolojik niyetle ihlal etmiştir.
Bir de bildiğiniz gibi Hürriyet gazetesinin “411 el kaosa kalktı” manşetiyle duyurduğu 2008 düzenlemesi vardır. AYM burada da Meclis’in 411 oyluk kesin iradesini hiçe saymış, kararı iptal etmiştir. Başörtüsü, Refah ve Fazilet partilerinin kapatılmalarına, AK Parti’nin ise yaptırım görmesine de yol açmıştır. Bir kez daha tekrarlayalım:
AYM’nin kararları başörtüsü yasağına bir dayanak ve içtihat olamaz.
Nedeni basit, özgürlükler ancak kanunla ve istisnai bir durum olarak kısıtlanabilir. Bu, anayasal bir teminattır ve bizim 1982 darbe anayasasında bile böyle bir madde veya Meclis’ten çıkmış bir kanun yoktur.
1989’daki iki kanun ve 2008’deki anayasa değişiklikleri ile bu soruna çözüm getirme anlayışı da stratejik olarak yanlış atılmış adımlardır. Olmayan bir yasağın çözümü, içtihat görüntüsü verecek iptallere yol açmıştır. Erdoğan’ın çözüm için Kılıçdaroğlu’ya Diyanet’i göstermesi de son derece hatalı bir stratejidir. Çünkü kişisel özgürlüklerin dinî meşruluğunu vurgulamak, çekişmenin tam da özünde yer alan jakoben laiklik anlayışını besleyen bir malzeme sunar. Buna hiç gerek yoktur. İnsanlar istedikleri gibi giyinme özgürlüğüne sahiptirler. Bunu dinî bir gereklilik, moda, zevk veya siyasi bir sembol olarak yapmaları bizi hiç ilgilendirmez.
1989 ve 2008’den çok farklı bir yerdeyiz artık. Kamuoyunda bu yasağın meşruiyeti kalmamıştır.
CHP köşeye sıkışmıştır. Sorun “yaratıldığı” usulle yani “fiilen” çözülmelidir. Hukuksuz bir yasak –bu tartışmalarla- sürekli deşifre edilecek, kamu vicdanında mahkûm olacak, STK’lar seslerini yükseltecek, yasağın mağduru binlerce kişi yargıya gidecek, ombudsmanlık ve AYM’ye kişisel başvuru hakkı bu yönde sayısız taleple işgal edilecek, başörtülüleri kurumlarına almayanlar bu hukuksuzluğun hesabını yargı önünde vermeleri sağlanacak ve sonuç böyle alınacaktır.
Daha doğrusu böyle yapılmalıdır.
Bu sorunu biz çözeceğiz.
TARAF