Başörtüsü, yaklaşımlar

Ali Bulaç

Başörtüsü konusunda süren tartışma, kamusal müzakere yerine geçiyor. Müzakere sürecinin sağlıklı işleyebilmesi için üç aşama izlemek gerekir:

a) Anlama ve tanıma (muarefe),

b) Ahlaki norm ve hukuk kuralları çerçevesinde tartışma, sorunları belirginleştirme (müzakere),

c) Konusuna ve muhtevasına göre sözleşme imzalama (muahede).

Bu, "kendimize özgü bir demokrasi"nin malul Batılı demokrasi modellerini aşan bir imkân sunacaktır bize. Şu an için kaale alabileceğimiz tek bir model kalmış ortada, o da "liberal demokrasi"dir. Bunu başörtüsü sorunuyla en iyi ilişkilendirilen yazarlardan biri Şahin Alpay'dır.

Yazık ki, inananlara yüz senedir büyük acılar yaşatanlar, artık bu yasaklar sona ersin noktasına gelmiş olsalar bile -ki içlerinde bu noktaya gelmiş olanları hayli fazladır- henüz "muarefe" aşamasında bile sayılmazlar. Oysa adil, hakkaniyete ve rızaya dayalı bir muahede için taraflar birbirlerinin sabitelerini bilmek, hassasiyetlerini anlamak zorundadırlar. Her dinin sabiteleri vardır. Kendi perspektifinizden Hıristiyanlığın haçını, vaftizini, ekmek ve şarabını kritik edebilirsiniz, ama bir Hıristiyan'dan bunlardan vazgeçmesini isteyemezsiniz. Bunlardan vazgeçen bir Hıristiyan, Hıristiyan olmaktan çıkar. Bunun gibi referans aldığınız felsefi ve politik modeller adına bir Müslüman'dan da bazı şeylerden vazgeçmesini isteyemezsiniz.

Objektif olarak şunu söyleyebiliriz: Bu konuda Müslümanlar liberal, Kemalist, milliyetçi ve sol/sosyal demokrat kesimlerden hem çok daha geniş bir anlama ve tanıma perspektifine sahiptirler hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının kendilerine empoze ettiği otoriter zihniyetten kurtuldukları oranda daha adil ve merhametlidirler.

Başörtüsü bağlamında, inanan ve inancını ciddiye alan bir Müslüman kadın için başı örtmek kesin bir dinî vecibedir, Allah'ın emridir, şeklini Peygamber Efendimiz (sas) tayin etmiştir, İslam alimlerinin icmaıdır. Bir kadının başını örtmemesi, elbette onu dinden çıkarmaz, ama tartışmasız günah işlemiş olur. Bir kadının Allah'ın emrini yerine getirmek üzere saçları dahil, "el, yüz ve ayakları dışındaki geri kalan vücudunun tamamı"nı örtmek istemesi onun en doğal, vazgeçilmez, tavize konu olmaz, tartışmaya açılmaz hakkıdır. Bu bir sabitedir.

Sorun, laiklik adı altında bu vecibenin tümden yasaklanması veya kamusal alanlarda görünür olmaktan engellenmesi veya kamusal hizmet vermek isteyen bir kadının hak mahrumiyetine sebep olarak gösterilmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun mantığının bize izah edilmesi gerekir. Neden?

Şahin Alpay'ın yazılarından hareket edecek olursak (Zaman, 16 Ekim), "Liberal demokratik rejim ilkeleri açısı"ndan iki sorun ortaya çıkıyor:

1) "Etnik, dinsel ya da kültürel azınlıkların temel hak ve özgürlüklerinin çoğunluk (toplum) baskısına karşı korunması". Cevap: Toplumun yüzde 75'i örtünüyorsa, niçin çoğunluk başını örtmeyen yüzde 25 azınlığa baskı yapsın? Bu nerede görülmüştür? Diyelim ki baskı yaptı, bunun yolu, çoğunluğun dini vecibelerini yasaklamak mı, yoksa tek tek kim baskı yapıyorsa, bunu adli bir mesele sayıp yargıya havale etmek mi? Elbette ikincisi.

2) "Diğer ilke anlaşmazlıkların bir tarafın iradesini diğerine yasak, baskı ve zorla dayatmasıyla değil, taraflar arasında müzakere ve uzlaşma (yani evet pazarlık) yoluyla çözülmesi". Müzakere sabiteleri tartışmak değil, onlarla nasıl çoğulcu bir düzen kurulabileceğini konuşmaktır. Dinlerin inanç esasları, açık hükümleri tartışmaya açılamaz, pazarlık konusu olamaz. Dinlerin ana vecibeleri, etnik grupların kimlik özellikleri veya dillerinin kullanımı "pazarlık" konusu olur mu? Olursa, Kemalist uygulamadan ne farkı kalır?

TAZİYE: Değerli dostum, dava sevdalısı Kemalettin Şenocak'ın vefat ettiğini teessürle öğrenmiş bulunuyorum. 20 Ekim Çarşamba günü Berlin'de Şehitlik Camii mezarlığında defnedilecektir. Kendisine Allah'tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı dilerim.

ZAMAN