Başörtüsü üzerine yürütülen tartışmalar bir kez daha alevlendi. Televizyonlar saatlerce süren tartışmalarda bu konuyu masaya yatırıyor. Gazetelerde onlarca makale kaleme alınıyor.
İnsan öyle arzu ediyor ki senelerdir kanayan bu yara artık şifayâb bir hekim nezaketiyle sarılsın, sarmalansın ve sosyal barışın simgesi haline gelsin. Gönlümüzden geçen budur. Lakin, geçmişte yaşanan başörtüsü tartışmalarını hatırlamak ve onlardan ders çıkarmak da boynumuzun borcu.
Bu seferki başörtüsü gündemini tetikleyen CHP'nin tavrı oldu. Seçim meydanlarında "Başörtüsünü biz çözeriz." diye yeri göğü inleten CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Buyurun çözelim." dedi. CHP'nin bu noktadan itibaren çok net bir pozisyon alması gerekiyordu ki, sorun topyekûn çözüme kavuşsun. Ne var ki, CHP'nin içinde herkesin uzlaştığı tam bir formül yok. Kimi parti yetkilileri böyle bir gündemin tartışılmasından bile rahatsız. Çözüm safında yer alanların bir kısmının ise kafası oldukça karışık. "Türban mı denmeli, başörtüsü mü denmeli?" diye başlayan tecessüs çizgisi, "Saçın bir kısmı (İran'daki gibi) gözükmeli." noktasına kadar uzanarak buyurgan bir hal aldı. Bazı CHP'liler işi bir adım daha öteye taşıyarak, "Şimdi üniversitede serbest hale getirirsek, yarın başörtüsü kamusal alana girmeyecek mi?" şeklinde dile getirilen bir korkuyu pompalıyor.
Son durak, işte bu korku istasyonu. Son perde, yine vehimlerle açılıyor. Hal böyle olunca CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun 'özgürlükçü tutumu' boşluğa düşüyor. Ve aslında CHP, kazanma arifesindeyken, halkı kaybediyor ve bayramı kucaklayamıyor.
AK Parti'nin başörtüsü sorununun çözümü yolunda atılan her adımı desteklemesi; hatta iyi niyetli her yaklaşımı alkışlaması gayet doğal. Ancak unutmamak gerekiyor ki, zamanında tünelin ucunda bir ışık yakanlar, yolun yarısına varıldığında etrafı zifirî karanlığa boğdu. Üstelik defalarca oynandı bu oyun. En son yaşanan "411 el kaosa kalktı" senaryosu başörtüsünün bazı kitleler için ne kadar sembolik değer taşıdığını ve bu uğurda hak-hukuk gibi kavramların nasıl ayaklar altına alındığını ispat etti.
Bülent Arınç çok veciz ifade etmiş: "Bu konunun bayraktarlığını siz yapın, bu konuyu siz ele alın. Çünkü benim geçmişte siyaset yaptığım Refah Partisi (RP) ve Fazilet Partisi (FP) bu sebeple kapatıldı ve benim için siyasi yasak istendi. İktidarda iken AK Parti hakkında kapatma davası açıldı, sebeplerden bir tanesi de buydu. Dolayısıyla başörtüsü meselesini CHP çözmek istiyorsa çözebilir, elini tutan yok." Tecrübeye dayalı bu tür sözlere eskiler 'hakka'l yakîn' derlerdi. Yani bir gerçeği kâğıt üzerinde değil; gözleriyle görmekten de öte bizzat yaşayarak tecrübe etmek. Bülent Bey'in sözünden, "Haydi başörtüsünü çözelim diyenlerin tasavvur ve tahayyülünde yine bir başka plan mı var?" kuşkusunu seziyorum. Bu kuşku tamamen yersiz sayılmaz. Meseleye çok dikkatli yaklaşmak, heyecana kapılmadan mevzuu somut öneriler üzerinden kamu vicdanına taşımak gerekiyor.
Yaşanan son gelişmeler de gösterdi ki, üniversiteye giden kız öğrencilerin başörtüsü sorunu mutlaka çözülecek. Ama bugün, ama yarın. Neden? Çünkü bu baskıcı uygulama Türkiye'nin geldiği noktaya yakışmıyor. Toplumun ezici bir çoğunluğu, "Bu sorunu çözün artık!" diyor. CHP de bu baskının altında, MHP de, AK Parti de... Hangi partiyi yönetirseniz yönetin, toplumun çözüm beklediği bir konuda kulaklarınızı tıkayamazsınız. Başörtüsü sorununun çözümü bir samimiyet sınavıdır. Sadece samimiyet sınavı değil; demokratik tahammül ve paylaşım kültürünün çetin bir imtihanıdır. Başı açıklarla örtülü olanlar kol kola yaşıyorsa bu toplumda, aynı haneden başı açık da başı kapalı da çıkıyorsa, başörtüsüne bakmaksızın komşuluk, arkadaşlık, akrabalık devam ediyorsa, bu suni sorunu kıyamete kadar sürdürmek kimin haddine!
Ancak tartışmaların işaret ettiği önemli bir nokta var: Bazı siyasetçiler, medya mensupları ve akademisyenler, toplumun tamamını tanımıyor. Yaşadıkları dar fanusu sosyal hayatın ta kendisi sanıyor. Oysa her şey gücünü hayatın gerçekliğinden alır; o gerçekliğe direnen, çağın dışına atar kendini; yani atmosferin dışına, evrensel bakışın dışına...
Endişeye gerek yok; hayatı insanlara zindan eden bütün yasaklar ortadan kalkacak. Başörtüsünü bahane ederek kadınlar üzerinde sulta kuranların telaşı da bu yüzden. Sabırlı olmak, aklıselimle hareket etmek şart. Belki de bu nedenle, Hayrünnisa Gül Hanımefendi nazik bir üslupla önemli bir uyarı yapıyor: "Ben diyorum ki bırakalım sükûnet olsun. Bakın kendi kendine de çözüm gelebiliyor. Hallolabiliyor. Olsun o zaman. Yoksa gelecek nesillere çok yazık. Gerçekten de çok yazık. Bütün duam, bizim yaşadıklarımızı gelecek nesillerin yaşamaması." Çözüm çok yakın; yeter ki karanlık bir senaryoya heba edilmesin...
ZAMAN