30 senedir Türkiye'deki "başörtüsü yasağı" gibi İran'daki başaçıklıkla ilgili yasağın da yanlış olduğunu savundum.
Benim Kur'an'dan ve Sünnet'ten anladığıma göre, başörtüsü kesin ve amir dinî bir vecibedir, büluğ çağına eren her kız ve kadın "el, yüz ve ayakları hariç" bedenini örtmelidir. İslam anlayışına göre örtülmesi gereken beden avrettir. (Pantolon üzeri dar bluz ve kafada örtünün İslami giyimle uzaktan yakından ilgisi yoktur, bu kıyafet haramdır; çünkü Hz. Peygamber (sas), kadının giyimiyle ilgili ölçüleri sayarken "elbisenin vücut hatlarını göstermemesi ve şeffaf olmaması gerektiği"ni buyurmuştur, bu bireysel tercihlere bırakılmış değildir.) Başını örtmeyen kadın günah işler, cezası uhrevidir; ama dinden çıkmaz, onu affetme yetkisi Allah'a aittir. Kur'an ve Sünnet'te başını örtmeyenler için tayin ve tespit edilmiş maddi ve dünyevi bir müeyyide yer almamıştır.
CHP'ye katılan Prof. Sencer Ayata -ki ülkemizin önde gelen saygın sosyologlarından biridir- "Bu işi ulemaya soralım." dedi. Kime soracağız? Bir Alman İslamolog'a "Ben, kendime Hıristiyanlık içinde Protestanlığı başlatan reformist Martin Luther misyonu biçtim." diyen malum ilahiyatçıya ve onu takip eden reformist ilahiyatçılara sorulacaksa, onlar zaten yasağa "teolojik destek" sağlayanlardır. Bu ilahiyatçıların dindar insanlar nezdinde ne meşruiyetleri vardır ne itibarları.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yüksek Din Kurulu "başörtüsünün kesin ve tartışmasız dinî bir vecibe olduğunu" açıklamıştır. Sayın Ayata'nın bir bilim adamı olarak şu hususu göz önüne almasını bekleriz: Bu öylesine bariz bir dini vecibedir ki, hakkında "icma" vardır. Reformist ilahiyatçılar dışında buna itiraz tek bir alim gösterilemez. 1.400 senedir Sünni, Şii, Zeydi, İbadi bütün bilginler bu görüşü tekrar edegelmişlerdir. Hatta bu konuda semavi dinler arasında da görüş ayrılığı yoktur. Yahudilikte de Hıristiyanlıkta da -eğer dinî hükümleri kaale alacak olurlarsa- kadınlar başlarını örter, nitekim örtenler vardır. Beşeriyet tarihinde kadim ve asıl olan kadınların örtünmesidir. Bedenin açılıp teşhiri ve başaçıklık geçen yüzyılda Avrupa'da başlayan türedi bir şeydir. (Afrika'da 'ilkel' kabileler hariç, ama orada erkekler de çıplak gezmektedir).
Sayın Ayata'nın "belki bir uzlaşma zemini bulunur, saçın bir kısmı açık bırakılır" teklifi dinî hükümlere ve bireysel fıkhî tercihlere müdahalenin ta kendisi olur.
Bence bu konuda dinî hükmünün ötesinde, bir kadının vicdani kanaati ve tercih ettiği fıkhî görüş esas alınmalıdır. Kişi önce "fetvayı kalbine sorar." Bir kadın tesettüre girip saçlarının tamamını örtüyorsa, dinî vecibeyi pardösü, çarşaf, abiye ya da tek veya iki-üç parçalı elbise ile yerine getireceğine inanıyorsa ona karışamayız. İnsanlar bu konuda hangi alimi, fakihi veya görüşü takip ediyorlarsa onları kendi tercihlerinde serbest bırakmak lazım.
Bir kadını dinî vecibesini yerine getirmekten alıkoymak büyük bir zulümdür. Kim, "Benimle uzlaş, benim onayımı al da öyle örtün" diyebilir veya bunu deme hakkını kendinde bulabilir? Kim bir başkasının eğitim hakkını gasbedebilir? Kim birini, eğitimini aldığı bir mesleği yerine getirmekten mahrum edebilir? Kim bir başkasının ekmeğine, rızkını emeğiyle-namusuyla kazanmasına mani olabilir? Kim bir kadını, inancına aykırı kıyafet giymeye zorlayabilir, onun ruhunun zedelenmesine sebebiyet verir? Bu yasağı koyanlar, başörtüsünü ve çarşafı ayaklarının altına alıp gösteri yapanlar kendilerinde bu hakkı nasıl görüyorlar? Zulme uğrattıkları insanlar da kendileri gibi bu ülkenin 'eşit vatandaşları' değil mi, kamu bütçesini vergileriyle oluşturmuyorlar mı?
Belirtmek gerekir ki, başörtüsü davası hakikatte "bir insan hakları veya kadın hakları" sorunu değildir. Yukarıda belirttiğimiz üzere kadınların başlarını örtmesini emreden Allah'tır. Bu Kur'an, Sünnet ve icma ile sabittir. Dolayısıyla bir kadını başını örtmekten engellemek, esasta Allah'ın hakkına tecavüzdür, çünkü başörtüsü Allah'ın hakkıdır. a.bulac@zaman.com.tr
ZAMAN