I- Sanatın nabzı gerçekte nerede atıyor? Paranın ve iktidarın biçimlendirdiği, klasik sanat birikimini maddi güçle sergileme ayrıcalığına haiz görkemli salonlarda mı... Türkiye’de elitist bir kesim, bazen en devrimci sanatın bile sermayeyle bütünleşen steril çevre ve mekânların eşiğinden çıkmasına tahammül edemiyor. İyi de sanatın ve sanatçının bu denli kapatılmaya, daraltılmaya tahammülü olabilir mi? Tristan Tzara boşuna doludizgin bir öfke arayışına düşmemiştir bu tür bir sanat anlayışı karşısında.
Gündüz Vassaf’ın “Türk-İslam Sentezi, Bach, Metallica” başlıklı yazısında başörtülü kadınlarla ilgili yargısı ciddi bir tanımama problemiyle malul. Cemile Bayraktar’ın www.derindusunce.org’da “Dindarların Laiklerle İmtihanı” başlıklı yazısında anlattığı gibi, Vassaf toptancı bir yaklaşımla başörtülü kadınları parayla görece bir ışıltı kazanan kaba bir güruha indirgiyor.
“Başörtülü kızlar niye Metallica konserlerinde görünmüyorlar” şeklindeki soru, Vassaf’ın eleştirisinin sanatsal ilgiyi kalıplaşmış popüler ifadelerle tartan yaklaşımın sınırlarından seslenmekle kaldığının bir ifadesi.
Soru maalesef 90 yıldır fildişi kule semalarında yankılanan “Dindarlar niye opera izlemiyor, Mozart dinlemiyor” yargısıyla bütünleşirken sanatsal yaratımı Le Corbusier üslubunda bir konser salonunun hacmine sabitliyor.
“Maalesef” diyorum, çünkü Annem Belkıs yıllardır orada, Cehenneme Övgü’nün yanında, kütüphanemin rafında.
***
II- 1980'li yıllarda İslami hareketin başlıca göstergesi, kültür ve sanata yapılan vurgudur. Kültür ve sanat alanında yenilenme, kadını hayata ve kültüre katma, ataerkil geleneksel algılardan kendini ayrıştırma... bu hareketin belirgin özellikleri.
Başörtülü kadınların yasaklar nedeniyle hangi aşağılamalara, baskılara ve ayrımcılıklara maruz kaldığı konusunda pek fikri olmadığını sandığım Vassaf, onların varoluşundaki anlamı Metallica üzerinden test etmeye çalışırken aklıma Çaykovski adına Schönberg’i yasaklayan Stalin düştü. Bunca totaliter deneyimin ardından insan ister istemez (Metallica grubunun, özellikle James Hetfield’ın onay vereceğini tahmin ettiğim) şu soruyu sormak istiyor: Başörtülü kadınlar niçin kendilerini Vassaf’ın sanatsal perspektifi ve seçimleri dolayımıyla kanıtlamak zorunda olsunlar...
Gözlerimizin önünde vuku bulan özünü formuna uydurma yönünde süren çabayı anlı şanlı bir sosyolog işaret etmeden de farkedebilirdik: Türkiye’nin Müslüman ahalisi en az elli yıl süren “imanını korumaya” yoğunlaşmış bir agorafobinin etkilerinden, dolayısıyla da Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz tipinden yayılan ceberut imgelerin tasallutundan daha yeni yeni kurtulmakta.
Sanki başörtülü kadınlar sanattan anlamıyor da kimi kadınlar sadece başı açık olmalarından kaynaklanan bir sanat aşkıyla sergi sergi dolaşıyorlar! Görmek istediğinizi gösteriyor size sahneler, önyargılarınızla barışıksanız. Daha önce yazmıştım. West Virginia’da katıldığım programda bir sohbet sırasında baktım, oturduğum masada üç başörtülü ressam var. Onları görünmez kılan filtre fildişi kulelerden plazalara aktarılmış olmalı. Abdülcanbaz imgeleri iflah olmaz yobazın arkasında “paytak paytak yürüyen” dört çarşaflı kadınla hâlâ gerçek sahneleri bastırmaya devam ediyor.
İstanbul’da neler olup bitiyor, bir örnek vereyim. Bilim Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi’nde sevgili Rumeysa Kiger’in önayak olduğu herkese açık “güncel sanat gezileri”, başörtülü kadınların gösterdiği olağanüstü ilgiyle sürüyor. Hafta sonunda Tophane’deki “NON” ve “Pi Artworks Tophane” galerilerindeki iki sergi, sanatçılar ve kurum çalışanlarının eşliğinde ziyaret edilecekti, program kapsamında.
***
III- Vassaf’ın verdiği Metallica örneği bir de şu soruyu getiriyor akıllara: Mesela Oğuz Aksaç’ın söyleyişiyle “Yüz Yara” başlığını taşıyan türkünün kişiye sunduğu estetik hazzın, varoluşsal sarsıntının niçin Metallica’nın çok sevdiğim şarkısı “Mama Said”e göre daha düşük seviyede olduğunu kabul etmek zorunda olalım...
Buna imkân bulduğunda İslamcıların sanatsal bir sıçrama gerçekleştireceğinin somut örneğidir, “Şark’ın şiiri” İran sineması. (Bu pek bilinmiyor: İran sinemasının gerçekleştirdiği sıçramanın arkasındaki iki isimdir Ali Şeriati ve Mir Hüseyin Musavi.)
Özgün bir Türkiye sanatı, resimde olsun mimaride olsun modernist sanat anlayışı karşısındaki sorgulamalarıyla bir iddiayı somutlaştırmayı sürdürdü elbet, farklı bir kanaldan. Turgut Cansever’in yolunun zaman zaman Akyaka evlerinin mimarı Nail Çakırhan’la ve ressam Ömer Uluç’la buluşması rastlantı eseri olmaktan uzak. (Devletin katı Batılılaşma politikası tarafından araçsallaştırılan bir sanatın hakikatle ilişkisinin baştan koptuğu yolundaki argümanlarıyla DGSA’ya muhalif bir grup sanatçının arasında yer alıyordu Ömer Uluç, meslek hayatının başlarında bile. Nuri İyem ve Erol Akyavaş, bu isimlerin bulunduğu dalgada etkili olan iki önemli ressam.)
Bu bağlamda faydalı bir okuma olabilir, Asım Öz’ün Hakan Arslanbenzer’le Avangard Yayınları tarafından çıkartılan Kültürel iktidar solda mı? isimli kitabı için yaptığı, www.dunyabülteni.net söyleşisi: “İdeolojilerin söylemleri ve yapıları arasındaki farklar.”
aktascihan@gmail.com
TARAF