Almanya, başörtü yasağı ile imtihanına yeni bir halka daha ekledi.
Hatırlanacağı üzere Şubat ayının son haftasında Avrupa Adalet Divanı başörtüsü yasağı konusunda bir bilirkişi raporu hazırlamıştı. Başvurunun iki Alman mahkemesi tarafından yapıldığı, rapora göre ekonomik dezavantaj oluşacağına kanaat getiren işverenlerin, çalışanlara başörtüsü yasağını getirebileceği belirtilmişti. Bu durumda yasaklamanın AB hukuku ile uyumlu olduğu, prensipte bu yasaklamanın olabileceği de raporda yer alıyordu.
Raporun Avrupa Adalet Divanı hakimleri açısından bağlayıcılığı olmasa da, sunulan rapor doğrultusunda karar aldıkları tahminini yapmak pek zor değil.
Basına yansıyan haberlere göre Hamburg ve Nürnberg'de yaşanan iki ayrı olayda, işyerlerinde başörtüsü taktıkları için iş yeri tarafından olay mahkemeye taşınmış, İş Mahkeme'leri konuyu Avrupa Adalet Divanı'na, görüş bildirmeleri için götürmüştü.
Her iki davada da davalılar, inanç özgürlüklerinin yasaklanamayacağını, kısıtlanamayacağını gerekçe gösterdi. Aynı davada işverenler ise 'girişimcilik özgürlüğüne' sığınmışlardı.
2017 yılında Avrupa Adalet Divanı başörtüsü ile ilgili aldığı kararda, yargıçların, iş yerinde bütün ideolojik sembollere genel bir yasağı, nesnel verilere dayandırmaları halinde, başörtüsü yasağını da onaylayabileceklerine hükmetmişti. Bu şartlar ve veriler ışığında başörtüsü yasağının doğrudan ayrımcılık oluşturmayacağına vurgu yapılmıştı.
Yeni yasaklama ve kısıtlamalara zemin hazırlayan bu hükümden sonra yasakların hızında bir artış olduğu görülmektedir.
Sessizce...
Konuşulmadan...
Tartışılmadan...
Milyonları ilgilendiren bir meselenin bir hükümle adeta iç edilmesini şaşkınlıkla izledik.
Evet Federal Hükümet kapsamlı bir 'başörtüsü' yasağını bir kaç gün önce sessiz sedasız meclisten geçirdi.
Söz konusu düzenlemenin Almanya'da sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınmadan, kamuoyunda tartışılmadan ve aceleyle meclisten geçirilmesi tepkilere yol açsa da yeterince gündemleşemedi.
Ayrımcılığı körükleyen, aidiyet duygusunu yok eden, ötekileştiren yasa, müslümanların tepkilerine, yasağa karşı toplanan binlerce imzaya rağmen kabul edildi.
Hayata geçirilmeye çalışılan bu yasa sadece kadınların değil, müslümanları topyekun düşman gören bir zihniyetin dışa vurumudur.
Almanya'da doğmuş hatta ebeveynleri bile burada doğup büyümüş nesillerin hayal kırıklıkları görmezden gelinmekte, müslüman kadınların kendi mesleklerini yapabilmelerine imkan tanınmamakta, hakları gaspedilmektedir. Enerjilerini mesleklerinde ilerlemek için harcamaları gereken insanlar, haklarını mahkeme yollarında arar hale gelmekteler.
Avrupa'da müslüman karşıtı görüş ve düşüncelerin arttığı, yabancı düşmanlığı ve ötekileştirici hareketlerin çok hızlı bir tırmanışa geçtiği bu dönemde, artan ırkçılığı körüklemesine kesin gözüyle bakılan bir yasanın kabul edilmesi, müslümanlar arasında üzüntü yarattı.
Öte yandan başörtünün bir saldırı unsuru haline getirilmesi ve sembolleştirilmesi, başörtüyü daha da vazgeçilmez hale getiriyor.
Müslümanları etkin, güçlü gayretler içinde görmek, örtüye getirilen yasakların anlamsızlığını bir daha düşünmek ve aidiyet duygusunu sorgulatan bu yasakların karşısında durmak için adeta kenetlendiren yasaklamalar, tesettürlü hanımların kararlılıkları karşısında dumura uğrayacaktır.
Kadın ve Erkek Memurların Dış Görünüşünün Düzenlenmesine Dair Kanun adı ile anılan 'düzenleme yasası', müslümanların inanç özgürlüklerine zarar verecek gibi görünüyor. Buna rağmen yasaklamanın 'eşitsizliğe sebep olabileceğini düşündükleri için' getirildiği mantığının tutarsızlığını dahi tartışma gereği duymadılar.
Toplumun inanç özgürlüğünün hiçe sayılması olarak algılanan bu durum, Federal Eyalet Temsilcileri Meclisi'nde (Bundesrat) kabul edildi. Yani 'devlet memurlarının dini inançlarını veya dünya görüşlerini çağrıştıran dış görünümlerini sınırlama' yetkisini ilgili bakanlıklara ve idarelere teslim etti. Buna göre başörtüsü, kipa ve haç taşınması engellenebilinecek.
Her ne kadar kanun, memurların görev sırasında dövme, piercing, sakal veya diğer süs eşyalarını takmalarının yasaklanmasını düzenliyor gibi görünse de, bugüne kadar işten uzaklaştırmaların bu tarz sebeplerden kaynaklandığına dair hiç bir bilgi veya belgeye, haber ya da olaya rastlanmadığını biliyoruz veya o kadar az ki haber bile olmuyor diyebiliriz. Kanunda ayrıca 'kadın ya da erkek memurun görevini tarafsız bir biçimde ifa edeceğine olan güveni, objektif bir biçimde kısıtlamaya uygun olması halinde' dini işaretlerin taşınmasının kısıtlanabileceği ya da engellenebileceği belirtiliyor.
Yasa tartışılmadan, hükümet kanadı olan CDU/CSU ve SPD ile Almanya için Alternatif Partisi milletvekillerinin oyları ile jet hızıyla kabul edildi.
Yasayı eleştirmekten imtina edenlerin varlığı, insan hak ve özgürlükleri şiar edinen parti ve grupların sessizliği manidar olarak görülse de, Almanya Müslümanlar Koordinasyon Konseyi yasayı eleştirerek yasanın yanlış bir mesaj verme olduğunu, gizli bir başörtüsü yasağı içerdiğini belirtti.
Kanımca, 'dini sembollerin tümünü kapsıyor' olması ise müslümanların karşı koyuşlarını azaltmaya yönelik bir çaba olarak görülmelidir.
Anayasanın herkes için öngördüğü yasaların alanı, müslüman kadınların hayatını daraltıyor, adeta nefes almalarını bile kontrol altına alma çabasına dönüşüyor. İslam düşmanlığını (İslamofobi'yi) bariz bir şekilde kadınları hedefleyerek yapmaya çalışan bir çabanın olduğunu görüyor, hissediyoruz.
Devletin tarafsızlık ilkesine gönderme yapılan açıklamada, her ne kadar örnek olarak başörtüsü, haç ve kipa gösterilse de yasaklama ve mahkemeye taşınan davaların tarihi seyrine baktığımızda, başörtüsünün dışında yasaklanan bir sembolün olmadığını görmemiz mümkün.
İnancı gereği, gördüğü örf ve adetin de etkisi ile örtünen kadınları sembolize etmek, öne çıkarmak ve hedef göstermek, müslümanların kurum, cami ve derneklerinin de hedef gösterilmesine, şiddetin artmasına yol açabilir.
Yüzbinleri bulan imzaların toplanması ve buna rağmen kaale alınmaması, hak ihlali olarak görülmemekte, adeta müslüman kadının yükselişi, toplumdaki yerini korumadaki çabasına bu şekilde engel olunmaktadır.
Alman toplumunun müslümanlarla, müslümanların değerleri ile ilgili çekince ve şüpheleri hiç bitmemekte, her fırsatta önlerine yeni engeller konulmaktadır.
Başörtüsü ile sürekli bir şekilde kavgalı olan seküler Avrupa, tarihindeki başörtülü kadın figürünü kabullenemiyor, içindeki ruh izdüşümünün kurbanı yaparak adeta intikam peşinde koşuyor. Asimile etmeye çalıştığı, kendinden görmediği, menfaati gereği istifade ettiği yabancı kültüre ait halkın değerlerini yok etmek isteyen bir zihniyet ile karşı karşıyayız maalesef.
Kendini dünyanın merkezinde gören, her şeyi kendi bakış açısına göre şekillendiren bir medeniyetin mensupları ile muhatap olmak çok kolay olmasa da, inancın önüne engel koyan bir güç de yenilmeye mahkumdur. Medeniyetlerinin tek dişi kalmış canavar olduğunu biliyoruz.
Geçici zafer sarhoşluğu yaşanabilir ama inanç tartışılamaz ve yasaklayarak baş edilemez kadar büyük bir realitedir. Karşımızda herkesi kendi kalıbına sokmaya çalışan bir zihniyet var.
Vatandaşlarını anayasada yer alan evrensel haklar çerçevesinin dışında tutmak kadar büyük bir tutarsızlık içinde olmak da, bizim değil Avrupa insanının çözmesi gereken büyük bir problem olarak duruyor.
Hayatın dışına itmeye çalıştıkları din ile müslümanlar sayesinde yeniden karşılaşan seküler Avrupa, yolunu şaşırmış bir şekilde, müslümanları değerlerinden uzaklaştırmak için çabalamakta, kişiliksiz insanlar yetiştirmenin yollarını bulmaya çalışmaktadır. İşte tam da bu noktada müslümanları yasaklarla karşılaştırararak, toplumdan izole bir hayatın kucağına itmektedir.
Yürürlüğe konan yasa ile Müslüman kadına Almanya'da istenmediği sinyali verilmeye çalışılıyor.
Avrupa medeniyeti, eşlerinin ya da babalarının hayatlarında karar mercii olduğunu iddia ettikleri müslüman kadınlara, bireysel kararlarındaki yetkiyi dahi çok görüp ellerinden bu hakkı almaktadır.
Gerek eğitim süreci devam eden çocuklarımız, gerekse mesleki kariyerlerinde basamakları hızla tırmanan müslüman kadınlar olsun, bu kararla motivasyonları düşmüş, geleceğe dair planlarını tekrar gözden geçirmek durumunda kalmışlardır. İş hayatına daha başlamadan ayrımcılığa maruz kalan başörtülü kadınlar, bundan sonraki süreçte iş hayatında da daha belirgin olarak bir ayrımcılık yaşayacaklardır ve ekonomik olarak başkasına muhtaç hale geleceklerdir. Özgüven sahibi, mesleğinde nitelikli bireyler olarak topluma faydalı olmalıyken, bu yasa ile bunların önü kapanmakta, sıradan bir bireyin sahip olduğu vasıfları bile kaybetmektedirler.
Kesinlikle bu yasaklama sadece memuriyet meselesi ile kamu kurumlarının tekelinde kalmayacak, özel sektörde ve en basit bir iş yerinde bile gündeme gelecek, kadınlarımız, kızlarımız istemedikleri kararları vermek zorunda bırakılacaktır.
Türkiye'de 28 Şubat sürecinde yaşanan olumsuzlarla şu anda Almanya'da yaşayan ve çalışma hayatının içinde yer alan kadınlarımız karşı karşıyadır.
Sonuç itibari ile iş ortamında bir yer bulabilme umudu kalmayan başörtülü kadınlarımız, toplumsal hayatın dışına itilmiş ve en temel bireysel hakları ellerinden alınmış olacaktır.
Eşitlik, hak ve insani muameleden söz eden Avrupa’nın politikacıları ve siyasetçileri, sistemli bir şekilde müslümanları ötekileştirmektedir. Yasal zeminlere sığınmak için getirilen yasaklar, iş ve eğitim hayatından müslüman kadınları soyutlamaktadır.
Sağ ırkçı söylemlerin yükseldiği Avrupa'da siyasetçiler müslümanları siyasetlerine malzeme konusu yapmaktan vazgeçmeli ve sağ popülist söylem ve tartışmalardan etkilenmeyi bırakmalıdırlar.
Başörtü yasağı, meslek özgürlüğüne, inancının gereğini yaşamak isteyen bireye müdahaledir.
Başörtü yasağı tarihe karışmalıdır!