Skandal bir finalle sona eren Hrant Dink Cinayeti Davası’nda, Dink ailesi avukatlarının mahkemeye sunduğu esas hakkındaki mütalaasında, davanın sadece Trabzon’daki tetikçiler üzerinde yoğunlaştığı şöyle belirtilmişti: “Dört yılı aşan yargılama süreci ve son olarak da iddia makamının sunmuş olduğu mütalaanın kimi bölümleri, bu dava sanıklarının, Hrant Dink cinayetini işleyen büyük ve profesyonel örgütlenmenin sadece Trabzon ayağını oluşturduğu yönündeki iddiamızın, soyut bir varsayımdan ibaret olmadığı ve gerçeği işaret ettiğini yadsınamaz bir biçimde doğruladı. (...) Genelkurmay Başkanlığı’ndan yargı makamlarına, hükümet sözcülerinden güvenlik birimlerine, medyadan paramiliter güçlere kadar, tüm resmi/siyasi aktörlerin Hrant Dink’in öldürülmesinde, cinayetin önlenmemesinde, gerçek faillerin ortaya çıkarılmamasındaki işlev ve sorumlulukları açıkça ortaya çıktı.”
Avukatlar şöyle devam ediyorlar: “Ancak, sürecin ortaya çıkardığı ve hiçbir şekilde yadsınmayan bu tesbitler, AİHM kararına, Başbakanlık Teftiş Kurulu, TBMM İnsan Hakları Komisyonu gibi devlet kurumları tarafından yürütülen incelemelere, kamuoyunun ve müdahil tarafın çabalarına rağmen herhangi bir soruşturmaya konu edilmedi.”
Belki bunun nedenini anlamak için daha geriye giderek Hrant Dink’in ölümüne varan yolun nasıl döşendiğine bakmak lazımdı. Belli ki aynı zihniyet, o öldürüldükten sonra cinayetin örtbas edilmesinde de etkiliydi.
Hrant Dink’in öldürülmeden kısa bir süre evvel yazdığı “Niçin hedef seçildim” başlıklı yazısını avukatlar isabetle mütalaalarına koymuşlar. Dink aslında keskin zekası, ruhu ve elleriyle yoklayarak, hissederek neden öldürüleceğini ve neden bu cinayetin faili meçhul bırakılacağını önceden anlatıyordu bize.
Her şey 9 Şubat 2004 tarihinde Agos ’ta, sonra ise Hürriyet ’te yer alan ve Sabiha Gökçen’in 1915 sonrasında öksüzyetim kalan bir çocuk olarak evlat edinilmiş olduğu haberi ile başladı.
Hrant Dink, 15 Şubat 2004 pazar günü Genelkurmay’ın şahsını hedef alan bildiriyi okuduğunda “Ertesi gün bir şeyler olacağını hissetmiştim” diyordu. Oldu da...
İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör kendisini sert bir ses tonuyla Valiliğe çağırdı. Valilik’te biri kadın iki MİT görevlisinin kendisini tehdit ettiğini söylüyordu yazısında. Bu görevliler zamanaşımı nedeniyle hesap vermediler. Dönemin Valisi Muammer Güler, AKP milletvekili; Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ise Osmaniye Valisi oldu.
Bu arada bir kısmı bugün Ergenekon tutuklusu olan şahıslar medyayı da ardına alarak linç girişimlerine başlamışlardı. Yıllar evvel yazdığı bir yazı cımbızlanarak 301’den kendisine dava açıldı. O mahkûm olacağına hiç inanmadı ama, 6 ay hapis cezası aldı. Dink yine de Yargıtay safahatından umutluydu; suçsuzdu çünkü. Şöyle anlatıyor Dink o günleri: “Nitekim işte başvuruda bulunduk da ne oldu? Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatımı istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu. Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul’a taşıdı. Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı. Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi.(...) Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? ‘Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkûm olmuş hapse girmiş biri var mı?’ Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi... İşte size bedel... İşte size bedel...”
Dink’in avukatları Dink’in bu iki yazısının aslında bir suç duyurusu olduğunu belirtmişler mütalaalarında. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ve 161. maddeleri uyarınca Cumhuriyet savcıları bu görevi yapmakla yükümlüdürler.
“Soruşturmayı yürüten savcılar, Hrant Dink’in söz konusu yazılarını görmezden geldiler. Oysa, Dink ailesi fertleri, cinayetin hemen ardından, 12.02.2007 tarihinde müşteki sıfatıyla savcılığa verdikleri ifadelerinde bu yazılarda ismi geçen kişi ve kuruluşlardan şikayetçi olduklarını açıkça dile getirdiler. Savcılar, Hrant Dink’in yazıları gibi, Dink ailesinin şikâyetini de araştırma ve soruşturma konusu yapmadılar. Takip eden zamanlarda Hrant Dink’in yazılarını ve yakınlarının şikayetini destekleyen çok sayıda delil sunmamıza ve defalarca talep etmemize rağmen, bugüne kadar cinayetin hazırlık sürecinde rol alan kişi ve kurumlar ile eylemler için soruşturma başlatılmadı” diyor avukatlar ve davanın önünü açacak şu tesbiti yapıyorlar:
“Artık iddia makamının mütalaasını sunduğu bu gelinen aşamada, mütalaanın 71. sayfasında yer alan ‘Ergenekon Terör Örgütü Soruşturması Sürecinde Yargılanan Şahısların Eylem ve Faaliyetleri’ başlıklı bölümdeki tesbit; bizim tesbitlerimizle örtüşmüş görünse de iddia makamının bu tesbitleri herhangi bir soruşturmaya dönüştürülmediğinden yukarıda sunduğumuz değerlendirmemiz de değişmemiştir. Sayın iddia makamı, mütalaanın söz konusu bölümünde; “Hrant DİNK’in AGOS Gazetesinde yayınlanan 10.01.2007 tarihli ‘Ruh halimin güvercin tedirginliği’ başlıklı yazısı ve 12.01.2007 tarihli ‘Niçin hedef seçildim?’ başlıklı yazısında yaşadığı bir takım olaylardan bahsederek hedef haline getirildiği ve bu konular ile ilgili korumaya dönük herhangi bir tedbir aldırılmadığını belirtmektedir.
12.06.2007 tarihinde yapılan arama ve neticesinde devam eden Ergenekon soruşturmaları kapsamında elde edilen bilgi ve belgelerde Hrant Dink’in anlatımlarını teyit eder mahiyette bir takım veriler bulunmuştur. Güvenlik Şube Müdürlüğü ve Ergenekon soruşturmaları kapsamında elde edilen veriler incelendiğinde;” diyerek Hrant Dink’in yazılarında sözünü ettiği süreci ve bu süreçte rol alan şahısların eylem ve faaliyetlerini anlatmaktadır.
İddia makamının çok önemli bu tesbitine göre; Hrant Dink’in yukarıya alıntıladığımız yazısında söz ettiği olaylar, Güvenlik Şube Müdürlüğü ve Ergenekon soruşturmaları kapsamında elde edilen bilgi ve belgelerle teyit edilmiştir. Bu durumda, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ve 161. maddeleri karşısında iddia makamına düşen görev, bu tesbitin gereğini yerine getirmek, yani süreçte rol alan şahıslar ve eylemlerini soruşturmaktır. Soruşturma, savcının işidir ve CMK 160/1 Maddesi savcılara, ‘bir suçun işlendiği izlenimini veren hali öğrenir öğrenmez’ ‘hemen’ harekete geçme görevi yüklemiştir. O halde, iddia makamı, öngörülerini ve tahminlerini makale tadında yazıya geçirme yerine görevini yapmalı, bu şahıslar hakkında derhal soruşturma açmalıdır.”
Görüldüğü üzere dava bu skandal sonla bitmiş değildir. Hatta, davanın başlamadığı dahi iddia edilebilir. TİB’den gelen kayıtlarda Dink avukatlarının bulduğu yeni deliller ve Dink cinayetinin Türkiye’nin son 10 yılda yaşadığı darbe süreçlerindeki Danıştay Cinayeti ve Malatya Zirve Yayınevi katliamlarını da içeren örgütlü bir suç olduğu dava savcısının da mütalaasında yerini bulmuştur.
TARAF