Baskın

Ahmet Altan

DTP’nin kapatılmasının ve böylece Kürt açılımının “Türkiye’nin gizli sahiplerinden” sert bir darbe yemesinin gündemde olduğu sırada, Tokat’ın Reşadiye kasabasında çarşıdan dönen silahsız askerler tuzağa düşürülerek şehit edildi.

Bütün ülke Türküyle Kürdüyle ciddi bir şok yaşadı.

Askerleri öldürenlerin PKK militanları olduğu söyleniyordu.

Ama PKK’nın böyle bir saldırıda bulunmasının hiçbir anlamı yoktu, Kürt açılımı tartışılıyordu, her şeye rağmen bir barış ümidi vardı, Tokat, ordunun PKK’ya karşı operasyon yaptığı bir bölge değildi, orada gencecik askerleri öldürmenin, DTP’nin kapatılmasını hızlandıracak bir ortam yaratmanın hiç kimseye, hiçbir davaya yararı olmayacağı açıktı.

Bunu her kim yaptıysa “açılımı ve barışı” vurmak için yapmıştı.

Birkaç gün sonra PKK saldırıyı üstlendi.

Ben, o gün birçok Kürt gencinin sessizce ağladığını gördüm, Türklerin “hain” olarak gördüğü PKK onların çoğunun gözünde “kahramandı” ve kahramanlarının böyle “şaibeli” bir işe bulaşmış olması onların kalplerini kırmıştı.

Barış isteyen insanlar için bu saldırı ne anlaşabilir ne affedilebilir bir işti.

Biz, “PKK iki halkın düşmanı” diye epeyce öfkeli bir manşet attık.

PKK, iki tür tepkiye alışıktı.

Ya Kürtlerin bütün haklarını inkâr edenlerin sövgüsüyle karşılaşıyordu ya da PKK’yı yüceltenlerin sürekli alkışını ve hayranlığını görüyordu.

İlk kez, Kürtlerin “eşit haklarını” savunan, bir Kürt haksızlığa uğradığında ona sahip çıkan, Kürtler tarafından okunan, sevilen bir gazete tarafından böylesine sert bir eleştiriyle karşılaşıyordu.

PKK’ya yakın internet sitelerinde ve Roj TV’de bize karşı bir saldırı kampanyası başladı, bizim gazetenin “okunmaması” için çağrılar yaptılar.

Ben Kürtlerden o güne dek görmediğim küfürlü mesajlar aldım.

Bunları da yazdım.

O sıralarda, “komutan” düzeyinde olduğunu tahmin ettiğim “dağdaki” bir gerilladan, “size sövenler bizden değildir” diyen, hem eleştirip hem öven bir “mail” aldığımda PKK’nın içinde de çeşitli akımlar olduğunu fark ettim.

Daha sonra Apo’nun “bu Reşadiye işini ben anlamadım” diyen açıklamasını yayımladık.

O açıklamanın arkasından bir PKK yöneticisinin, Reşadiye baskınına sahip çıkan uzun bir konuşması çıktı.

PKK’lıların bir kısmı bize hâlâ düşman, gazetenin okunmaması için insanlara baskılar yaptıklarını duyuyoruz.

Biz de tavrımızda kararlıyız.

Barışa düşmanlık eden her insanın, her kurumun, her girişimin sonuna kadar karşısındayız, Türk-Kürt fark etmez, Türklerin bir kısmından gördüğümüz düşmanlığa Kürtlerin bir kısmının düşmanlığının eklenmesi bizi bu duruşumuzdan vazgeçirmez.

Çocukların öldürülmekten kurtarılması için minicik de olsa bir katkımız olmayacaksa bu gazetenin ne anlamı var?

Reşadiye baskınına gösterdiğimiz tepkiyle bizim düşmanlarımız biraz daha arttı ama Reşadiye olayı da ortada kaldı.

Ne olduğu, niye yapıldığı tam anlaşılamadı.

Önceki gün Amberin Zaman’ın Habertürk gazetesinde büyük bir gazetecilik başarısı olan Murat Karayılan röportajı yayımlandı.

Amberin, Karayılan’a Reşadiye baskınını da sormuştu.

Karayılan aynen şöyle cevap vermişti:

“Reşadiye olayı hareketimizin merkezî olarak düzenleyip tertiplediği bir eylem değildi. Bizim tasvip etmediğimiz bir şey olarak eleştirilmiştir. Biz açıklama istedik. ‘Neden’ diye sorduk.”

Bu açıklama birçok soruyu da beraberinde getiriyor.

Bu pusuyu PKK “merkezi” düzenlemediyse kim düzenledi?

PKK, neden kendi “merkezinin düzenlemediği” bir pusuyu sahiplendi?

PKK, ne zaman ne yapacağını artık kendi liderlerinin de bilmediği bir örgüt müdür?

Reşadiye gibi bir eylemin “çok hayati” bir anda yeniden tekrarlanmayacağının garantisi nedir?

PKK yönetimi “bu pusuyu eleştirdiyse” neden bu pusuyu “eleştiren” bizim gazete hakkında kendi yayın organlarında ve Roj TV’de öyle aleyhte bir kampanya başlattı?

Birçok PKK’lının “bir Türkün” Kürtleri eleştirmesine çok kızdığını biliyorum ama bugün hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz, birinin yaptığı hatanın bedelini hep birlikte ödüyoruz, bir Türkün hatasının bedelini bir Kürt ödediği gibi, bir Kürtün hatasının bedelini de bir Türk ödüyor, “herkes kendi ırkını eleştirsin” diyebilme hakkına hiçbirimiz bu noktada sahip değiliz.

Belki ilerde yollar ayrılır ama bugün aynı yolda birlikte yürüyoruz, herkes herkese karşı sorumlu.

Hepimiz hesap sormalıyız.

Bazen bir kasabanın kenarında patlayan bir silah yetmiş milyon insanı aynı anda vuruyor çünkü.

Bir askerin ya da bir gerillanın bedeninde bazen bütün ülke ölüyor.

TARAF