“Başkasına uzattığın el, sana uzanan yardım elidir”

Selahaddin Semiz insanlara yardım etmenin topluma olduğundan daha fazla yardım edene faydası olduğunu ifade ediyor.

Uzm. Dr. Selahaddin Semiz / İnsicam

“Başkasına uzattığın el, sana uzanan yardım elidir”

 “Asra Yemin olsun ki, insanoğlu ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler ve birbirine hayrı ve sabrı tavsiye edenler müstesna" (Asr Suresi)

“Başkasına uzattığın el, aslında sana uzanan yardım elidir” sözünü ilk defa Nurullah Genç hocanın hatıralarını anlattığı Omuzlarımda Dünya kitabında okumuştum. Nurullah Genç’in kitabında anlattığına göre dedesi Bekir Ağa, I. Dünya Savaşı günlerinde uzun yıllar Sibirya’da Rus esaretinde kalmış, çileler çekmiş. Esaret yıllarında bile her zaman insanlara yardım eden, onlara iyilikten geri kalmayan irfan ehli bir insan olarak acı esaret yıllarını tamamlamış. Esaretten dönerken daha önce yardım elini uzatarak hayatını kurtardığı bir Rus zengin, trende onu diğer vagonlara bırakmayıp yanında ayırdığı koltuğa oturtmuş. Uzun yolculuk esnasında vuku bulan tren kazasında onların vagonu hariç diğer vagonlardaki tüm yolcular ölmüş. Dedesi bu olayı şöyle anlatırmış: “Ben o Rus’un hayatını kurtardığımı sanıyordum. Sonradan anladım ki meğer kendi hayatımı kurtarmışım. O yardım elini aslında kendime uzatmışım”.

Herkesin hayatında benzer olaylar vardır. Başkasına yardım ettiğinizde bir zaman sonra sizin de bir sıkıntınızın çözüldüğü, dertlerinizin azaldığı, müşküllerinizin hallolduğunu görmüşsünüzdür. Nebevi bir müjdedir: “Kim bir Müslümanın dünyada sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet gününde bir sıkıntısını giderir.” (Ebu Davud)

Mutluluğun formülü de aslında bu nebevi müjde de saklı. Kişisel mutluluklar geçici oluyor. Birlikte mutlu olmak daha anlamlı ve kalıcı. Yine bir atasözünde söylendiği gibi: “Mutluluklar paylaştıkça çoğalır, üzüntüler paylaştıkça azalır.”

Hayatta karşılaştığı problemlerle baş etmekte zorlanan, dertlerini yenmek isteyen, psikolojik sorunları olan, nasıl mutlu olacağını soran birçok tanıdığıma tavsiyem hep şu olur: Başkasının dertleriyle ilgilen! Onların çözümüne yardımcı ol, senin de dertlerin çözülür. İyilik, her iki tarafı da iyileştirir.

Bu konuda bizzat yaşadığım, ilk elden şahidi olduğum, hayatımdaki birkaç ibretli hatırayı paylaşayım. Küçük yaşlarımda ağır bir böbrek hastalığı geçirmiştim. Sivas’ın Gürün ilçesinde, soğuk kış şartlarında yoğun kar yağışının kapattığı yollardan zorluklarla Sivas’a gitmiş, Numune Hastanesi’nde yaklaşık bir ay tedavi görmüştüm. Ben hastanede yatarken annem yanımda refakatçi kalıyor, babam da bir akrabanın otelinde kalıyor, bizi ziyarete geliyordu. Günlerce süren tedaviden sonra, doktorların artık tedavinin fayda vermediği, benim Ankara’da üniversite hastanesine sevk edilmemi düşündükleri günlerde, tekrar yoğun kar yağışı ve tipiden yollar kapanmış biz de sevk edildiğimiz halde Ankara’ya hastaneye gidememiştik. Kar yağışından dolayı birçok araç yollarda kalmıştı. Durumu gören babam, kaldığı otelde tanıştığı birkaç arkadaşıyla beraber yolda kalan araçları kurtarmak için yardıma gitmişler.

Kaderin sırrı bu ya, yolda kalan araçlardan birinde uluslararası çocuk hastalıkları kongresinden dönen İranlı Azeri bir çocuk doktoru da varmış. Aracının kardan kurtarılması vesilesi ile babamla tanışıp, çocuğunun durumunu öğrenince beni muayene etmek istemiş. Yaptığı kontroller sonrası, “bu tedavi ile çocuğu aparırlar, şu tedaviyi uygulamak gerekir” önerisinde bulunmuş.

O doktorun verdiği tedavi sonrası birkaç gün içerisinde iyileşip eve dönerken babam, “Yahu ben adama yardım ettim, kurtardım sanıyordum. Meğer Allah bize Hızır gibi bu doktoru göndermiş, çocuğumu kurtardı” diye söylerdi.

Kim kime yardım etti?

Bir tıp kitabının önsözünde okumuştum. “Acı duyan varlığa canlı denir. Başkasının acısını duyan canlıya insan denir. Başkasının acısını dindirmeye çalışan insana hekim denir”, diye yazıyordu. İnsan olmanın şartı, başkasının acısını hissetmek ve onu dindirmek için çalışmaktır. Bu aynı zamanda mutluluğun, yaşamanın gayesini anlamanın, birlikte var olmanın da bir yoludur.

2010 yılından beri Çamlıca-Kısıklı mahallesinde bir apartman dairesinde oturuyoruz. Bizim apartman komşumuz yaşlı bir teyze var. Eşinin vefatından sonra şizofren oğluyla beraber bir dairede kendi halinde yaşıyor. Oğlu psikolojik hasta olduğu için yaşlı haliyle evin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Oğlunun geç saatlere kadar sigara dumanı eşliğinde yüksek sesle hezeyan ve bağırmalarına tek başına evde sabreder. Evin ihtiyaçlarını ve oğlunun sigara paketlerini zar zor yürüyerek marketten kendisi alırdı. Hayattan sıkıldığı, bunaldığı zamanlarda da komşulardan nazını çeken insanların evine ziyarete giderdi.

Yaşlı ve yatalak durumda olan annem, yaşlı teyzenin hem sohbet arkadaşı hem de ziyaret kapısı idi. Bize geldiği zamanlar annemin de ısrarı ile uzun zaman kalır, hayatının hemen her safhasını detayları ile anlatırdı. Rize’de çok çocuklu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, genç yaşta evlendirilmiş, on çocuğu olmuş. Şizofreni olan evladının yanında kalmaya başlayınca diğer evlatları uzakta oldukları için yalnız kalmıştı. Diğer evlatları zaman zaman gelip kendisine yardımcı olsalar da şimdi her işini kendi yapmak ve psikolojik sorunları olan oğluna da bakmak zorundaydı.

Şizofren oğlu, elli yaşında evden dışarı çıkmayan, kimseyle görüşmeyen, bolca içtiği sigara ve çay eşliğinde evde yüksek sesle çeşitli konularda konuşan biriydi. Altı ayda bir kontrol ve tedavisinin düzenlenmesi için hastaneye kaldırılır, bu işlem için cankurtaran ve polisten yardım alınırdı. Tabii bu anlarda dostluğumuz, komşuluğumuz ve tabip olduğum için ilk bize müracaat ederdi. Gerek yaşlı teyzenin gerekse oğlunun hastalıkları ve tedavilerinde gönüllü sağlık danışmanlarıydık.

Yaşlı teyzenin zaman ve saat algısı da bozulduğu için gece saat 01.00-02.00 saatlerinde de zaman zaman tansiyon ölçtürmeye veya ağrı kesici iğne yaptırmaya gelirdi. Genellikle şizofren oğlunun rahatsızlığı ve hezeyanları arttıkça teyzenin de tansiyon ve ağrıları artardı. Defalarca hastaneye yatırılıp kontrol edildiği halde önemli bir şey bulamazdık. Teyze her defasında bizlere dualar eder, evlatlarına bizlerin hakkını hatırlatır ve hatırımızı kırmamalarını tembih ederdi. Beni kendisine kardeş ve evlatlarına da dayıları olarak kabul ettiğini söyler, benim yaşımda veya yaşça benden büyük evlatlarına bana saygıda kusur etmemelerini tembihlerdi.

Birkaç yıl önce oğlum, eşiyle ve henüz bir yaşını doldurmamış oğlu ile teyzenin yanındaki daireye kiracı olarak taşındılar. Hem bize yakın olacaklar hem de daha geniş bir dairede oturacaklardı. Onlar da yan komşuları olan teyzeye hürmette kusur etmiyorlar, onun vakitli vakitsiz isteklerine sabırla yardımcı olmaya çalışıyorlardı.

Kaderin sırrıdır bilinmez. “Her gördüğünü Hızır bil” derler. Sanki bu sözün hakikati gerçekleşti.  Günler geçip giderken bir gün öğle vakti, gelinim evde küçük Ömer Macit ile ilgilenirken eline yuvarlak şekerlerden vermiş. Biraz sonra oynarken onun aniden nefes alamadığını yüzünün morardığını görmüş. Telaşla ve büyük bir panikle üst kata bizim daireye getirmek için çırpınırken bir ümit yan komşuları olan teyzenin zilini çalmış. O sırada evde bulunan elli beş yaşlarındaki kızı kapıyı açmış. Durumun ciddiyetini ve acilliğini anlayan güngörmüş, iş bilen hanımefendi hemen Ömer Macit’i kucağına alarak ters çevirip sırtına vurunca nefes borusuna kaçan şeker ağzından düşmüş. Gelinimin o sırada ne kadar sevindiğini ne kadar rahatladığını anlatmaya kelimeler yetmez.

Bizler aile olarak yaşlı teyzeye yardımcı olmaya onun sıkıntılarını gidermeye çalışırken ona destek oluyor iyilik yapıyoruz diye seviniyorduk. Ama asıl teyze ve kızı bize en büyük iyiliği yapmış, bizim ilk göz ağrımız torunumuzun hayatını kurtarmıştı. Bizim için yapılan bu iyiliğin karşılığı ödenmezdi.

İyilik, iyileştirir

Başkasına faydalı olmak, insanların dertleri ile dertlenmek, kırık gönüllere ferahlık vermek insanlara adeta bir terapi gibi iyi geliyor. Rahmetli Ayhan Songar hocamız anlatmıştı. Bakırköy akıl hastanesinde Mazhar Osman Hoca, akıl hastalarına meşguliyet terapileri yaptırırmış. Bazen “Türkiye nasıl kurtulur?” diye proje yaptırır, bazen “Dünya nasıl düzelir?” diye düşündürürmüş. Bu meşguliyet terapilerinin hastalara çok iyi geldiğini söylerdi.

Yaşadığım birçok olayda, tanıdığım birçok insanda iyiliğin iyileştirici etkisini gördüm. Başkalarının dertleri ile ilgilenirken kendi dertlerini unutan, acılarını dindiren, hayata tekrar ümitle bakmaya başlayan, hayırda yarışan insanlarla tanıştım. Kırk yıllık eşinden ayrılıp hayatın yükünü çekerken diğer hanımlarla dernek kurup sosyal faaliyetler yapan, çocuğu engelli olduğu için engelli çocuklarla ilgilenmeye başlayıp kendine ve çocuğuna çok daha mutlu bir hayat kuran, işinde yaşadığı sıkıntıları hayır faaliyetleri ile atlatan çok insan gördüm.

İyiliğin iyileştirici etkisi psikolojik sorunlarda olduğu gibi bazen organik rahatsızlıklarda da görülebiliyor. Benim yaşadığım ilginç olay ise daha önce birkaç defa şiddetli ağrılarla düşürdüğüm böbrek taşının bu defa ağrısız düşürülmesi oldu.

Böbrek taşlarının idrar yollarına düşmesi ve tıkanma oluşturması ile oluşan ağrılara “renal kolik” denir. Tıp Fakültesinde Prof. Sami Zan Hocamız renal kolik ağrısını anlatırken şöyle bir canlandırma yapardı. “Bir kasabada doktorsunuz, daha yeni tayin oldunuz, bir gece telefonunuz çaldı. Acil bir hasta için arandınız, gittiğiniz hasta ağrıdan kıvranıyor, yerdeki canım antika acem halısını tırnakları ile adeta yırtıyor. ‘Doktor beni kurtar!’ diye yalvarıyor. Anladınız ki ‘renal kolik’. Yapacağınız bir iğne ve serumla hasta biraz sonra rahatlayıp uykuya dalıyor, siz de meşhur doktor oluyorsunuz”

Ben de birçok renal kolik ağrısı çeken hastayı tedavi ettiğim gibi kendim de birkaç defa bu şiddetli ağrıyı çektim. Sanki belinize bıçak saplanıyor gibi şiddetli ağrıyla günlerce kıvrandıktan sonra küçücük bir taşı düşürüp rahatlıyorsunuz. 

1999 yılındaki Gölcük merkezli Büyük Marmara depreminde, otuz beş kişilik gönüllü sağlık ekibi ile birlikte depremzedelere yardım için birkaç gün Gölcük’te kalmıştık. Deprem yıkıntılarının, enkazların arasından insan cesetleri çıkarılıyor, yaralı insanlar çadırlarda zorluklarla tedavi ediliyordu. Bizler, her şeyini bir anda kaybetmiş insanlara yardımcı olmaya çalışıyorduk. Çok zor ve yorucu günlerin ardından İstanbul’a döndük.

Çalıştığım hastanede göreve başladığım ilk gün hafif bir ağrıyla tuvalete gittim. Bir anda, bu hafif ağrıyla, daha önce günlerce renal kolik ağrılarıyla düşüremediğim bir böbrek taşını çok rahat bir şekilde düşürdüm. Bu yaşadığımı Gölcük’te aldığımız duaların bu dünyadaki bir karşılığı gibi hissettim. 

İnanan bir insanın hayatındaki en önemli önceliklerden biri de “kötülüklere mâni olmak ve iyilikleri çoğaltmaktır”. İyilikleri çoğaltmak hem sosyal hem de ferdi olarak fayda sağlar. Toplumun yaralarını sarar, iyileştirici etkisi ile dalga dalga insanları sarar. Psikolojik, sosyal ve fiziksel olarak da iyileştirir. Yaşadığımız günlük hayatta, iyilikleri çoğaltmaya, iyilerle birlikte olmaya ve kötülükleri azaltıp mani olmaya ne kadar çok ihtiyaç var.

Kültür Sanat Haberleri

Bilgi, inanç ve eyleme yönelik bir ömür çaba: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Kasım 2024 sayısı çıktı
Umran dergisinin 363. sayısı çıktı!
Dava ahlakına sahip bir Müslüman: Sezai Karakoç
Genç Birikim dergisinin Ekim 2024 (268'inci) sayısı çıktı