Gazeteciler önceki gün İstiklal'de yürümüş. Bu yürüyüşten, "Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmaları bardağı taşıran son damla oldu", görüntüsü çıkmış. Uzun süredir kapitalizmle sarmaş dolaş gazetecilerin, depreşen sol yanı, uzun süredir ilk kez güneşe çıkmış, eski sevgiliye bir uğrayıvermiş, efendim herkes çocuklar gibi şenmiş; velhasıl gazeteciler, "basına özgürlük" demiş.
Basına özgürlük güzel laf elbette, yediğimiz ekmek kadar lüzumlu nihayetinde, amenna. Toplumun haber alma hakkı için, bu mesleğe az ya da çok zaman ve emek vermiş ya da vermemiş herkesin gövdesini siper etmesi gerektiğinde de, hemfikiriz kuşkusuz. Bir ülkede kamuoyunu özgür şekilde bilgilendirme serbestisi yoksa, o ülkenin yönetim biçimi "demokrasi" olmaz, olsa olsa demokrasi görünümlü otoriteryanizm olur.
Buraya kadar güzel. Güzel de, ben mi yanlış hatırlıyorum? Bir bahar ılığında Beyoğlu'na çıkıp, döviz taşıyıp slogan atarak yürüyüşe geçenlerin büyük bir kısmı, Soner Yalçın'ın da suç işlediği için değil, hükümete muhalefet ettiği için tutuklandığını söylememiş miydi?
Kendine "basıncı" diyen Odatv muhabiri İklim Bayraktar'ın CHP'yle girdiği ve türü itibariyle pek de gazetecilik olarak nitelendirilemeyecek ilişkinin; İklim Hanım'ın Kılıçdaroğlu'yla yaptığı kirli pazarlığın, Baykal'a "Varan 2" anlamına gelecek bir komplo düzenleme gayretini apaçık eden itiraflarının ve kadının Eminağaoğlu ile yaptığı görüşmelerin ortaya çıkması neticesinde "Skandaltv" haline gelen Odatv'yi savunmaktan vazgeçen basın, "özgürlük" diye bağırmadan önce bu konuda özeleştiri verdi mi?
Odatv'yi basın aşkına savunanlardan biri çıkıp da "Biz Odatv'ye özgürlük" diyorduk ama orada ne haltlar işlenmiş yahu?" dedi mi?
El cevap: Vermedi ve demedi.
Demediği gibi, Soner Yalçın'ın yönettiği Odatv'den pis kokular yükselmeye başlayınca, basın özgürlüğü sevdalıları rotalarını, görece daha "temiz" bir görüntü veren Ahmet Şık ve Nedim Şener'e çevirdi. Bugün, Odatv'nin sahibi Soner Yalçın'ın sırf muhalefet yaptığı için tutuklandığını söyleyen kimse yok artık. O dalga geçti, Soner Yalçın savunusu meşruiyetini kaybetti. Bu arkadaşlar şimdi de, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in hükümete muhalefet ettiği için tutuklandığını savunuyor. Anlaşılan bunlara göre, gazetecilik insanı suça bulaşmaktan alıkoyan bir sihirli çubuk. Çünkü kimse aksi ihtimali, "tutuklanan gazetecilerin yasalarca suç anlamına gelecek edimlerde bulunma" ihtimalini aklına bile getirmiyor, getirenler de mesleğe ihanetle suçlanıyor. Yürüyüşe katılmayanlar, "özgürlük düşmanı" muamelesine maruz kalıyor. Yuh.
Önceki günkü gösteriye katılanlar arasında niyeti halis olan, derdi hakikaten de basın özgürlüğü olanlar bulunabilir; ancak bendeniz bu işte bir ikiyüzlülük, bir hesapçılık, bir art niyet seziyorum, sezmiyor hatta, görüyorum.
Sen hem Ergenekon'un başından bu yana, davayı sulandırmaya, manipüle etmeye çalış, hem de demokrasi istiyormuş ayaklarına yat. Hem yıllardır yargılanan, hapse atılan, tutuklu olan yüzlerce gazetecinin çığlığı karşısında kulağının üstüne yat, hem de "Türkiye'de Ergenekon'un medya ayağı olabilir" diyenlere, "basın özgürlüğü" dersleri vermeye kalk. Hem, İtalya'da Gladyo'nun çözülüşü sürecinde binlerce gazetecinin tutuklandığını bil, hem de "gazeteciler bu işlere bulaşmaz" diye ortalığı ayağa kaldır.
Bu ülkede basın özgürlüğü konusunda birtakım sıkıntılar var; ancak o sıkıntılar hükümetin basını kısıtlamasından ziyade, basının kendini yıllardır toplum mühendisi olarak göregelmesinden kaynaklanıyor. Basının büyük kısmının, kendi ikiyüzlülüğü ve hesapçılığıyla yüzleşmesinden, siyaseti tanzim etme gayretinden ve kendinde vatandaşı yola getirme-modernleştirme misyonu görme vehminden vazgeçtiği zaman özgürleşeceğine inanıyorum.
Çünkü bu ülkede artık, medyada da bir ayağı olan Tayyip Erdoğan düşmanlığının mitomanisi oluştu. Düşünün ki, AK Parti Ünye Teşkilatı Medya Başkanı olan sonradan bu sözü sebebiyle istifa etmek zorunda kalan Süleyman Demirci'nin "Örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır, ya kiralıktır" şeklindeki sözleri Başbakan'a atfedilmeye başlandı.
Şaka yapmıyorum, AK Parti'yi sevmeyen, laikçi çevreden, akıllı, ahlaklı, sevdiğim bir kadından duydum bu sözleri. Anlattığına göre: Başbakan, bir toplantı sırasında "Örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır, ya kiralıktır", demiş, buna karşılık ortamda bulunan bir CHP'li de bu lafı, "Perdeleri sıkı sıkıya örtülü evde de ya fuhuş yapılır, ya da gizli başka şey" diye karşılayarak açık kadınların namusunu kurtarmış.
O hanıma, "Emin misiniz, Başbakan böyle konuşmaz bildiğim kadarıyla" dediğimde, "Arkadaşım anlattı kulaklarıyla duyan birinden duymuş" diye cevapladı.
Başbakan'a ve hükümete olan düşmanlığın, fısıltı gazetesiyle yayılan bir tezvirat ve iftira kampanyasına dönüştüğü böylesi şizofrenik bir ortamda; "hükümeti güç kullanarak devirmeye çalışan kimse yok" demesinler lutfen. Askeriye'de ve bürokraside, hatta siyasette varolan Ergenekon'un medya ayağının olmadığına inanmamızı da beklemesin aynı kişiler.
Komik olmasınlar yani mümkünse. Basın özgürlüğü diye de yemesinler kimseyi... Onların ancak bu hükümet gittiğinde ya da zorla gönderildiğinde özgür hissedeceklerini pekala biliyoruz çünkü.
YENİ ŞAFAK