Başbuğun tehlikeli kefaleti

Ahmet Taşgetiren

"Balyoz planı ciddi" sözü iki önemli kişinin ağzından çıktı. Birisi Cumhurbaşkanı, diğeri Genelkurmay Başkanı...

Her iki değerlendirme, Cumhurbaşkanı-Başbakan-Genelkurmay Başkanı zirvesinden sonra yapıldı.

Balyoz planında en son kamuoyuna yansıyan bilgi, general rütbesindeki subayların, "darbeye yatkınlık" açısından tek tek fişlendiği hususu oldu.

Ben hep bu süreçte, şu veya bu kişiye kefil olmanın ya da suçlu ilan etmenin, bunu yapanlar açısından da büyük risk oluşturduğunu ifade ettim.

Bu tavırların, sürmekte olan yargıya müdahale bakımından sakatlığı bir yana, bizzat o kefaletin altına giren insanın konumunu da tehlikeye attığını belirttim.

Büyükanıt'ın Şemdinli'deki sabotajlara iştirak edenler hakkında "iyi çocuk" kefaleti hâlâ peşini bırakmıyor.

Baykal, Ergenekon için avukatlığa soyunmanın bedelini hep ödeyecektir.

İşte bakın, CHP'nin acar Milletvekili Muharrem İnce, "367 hata idi, 27 Nisan hata idi, çarşaf yırtmak hata idi" deyiveriyor. Siyasette, geçmişin vebal yükü sizin peşinizi bırakmıyor. (Devrim Sevimay'la mülakat, Milliyet, 16 Mart 2010)

Başbuğ'un 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk'le ilgili sözleri, otomatikman gitti, Büyükanıt'ın "iyi çocuk" günahına eklemlendi.

Ortada savcılık tarafından hazırlanmış ve mahkeme tarafından kabul edilmiş bir iddianame var, sanık sıralamasının başında Saldıray Berk bulunuyor ve siz, Genelkurmay Başkanı olarak "İddianameye baktık, bizce suç yok, Berk'in arkasındayız" diyebiliyorsunuz. Yani bundan sonra muhakemeye gerek yok, yargıladınız, beraat ettirdiniz... Kendinizi buna yetkili gördünüz.

Bundan sonra da kalkıp, yargı bağımsızdır, o sürece hiç kimse müdahale edemez denecek...

Uzun tutuklulukların eleştirilmesini, tutuklamanın bir tür cezalandırma haline gelmesinin eleştirilmesini anlamak mümkün.

Ama şüpheli veya zanlı bir kişi için, "Bizce suçu yok, arkasındayız"a, yargıya müdahale dışında bir yorum getirme imkânı yok.

Başbuğ, "3. Ordu Komutanı Saldıray Berk'e karşı olan özel sorumluluklarımız var. Astlarımızın karşı karşıya kaldığı sorunlarla yakinen ilgilenmek mecburiyetindeyiz" diyor. "Ordu komutanı ile yaptığımız görüşmelerde konuya ilişkin olarak kendisinin görüşleri sorulmuştur. Ordu komutanı çeşitli defalar bizlere iddia edilen olaylarla hiçbir ilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir" diyor.

Bunlar, sanki bir "generaller mahkemesi" kurulduğunu, orada beraat kararı verildiğini anlatıyor.

İnsan bu durumda, "Madem astlarınızın sorunlarıyla ilgilenme mecburiyetiniz var, o zaman tutuklu diğer muvazzaflar ne oluyor" diye sormaz mı? Böyle bir durumda, "Generaller kurtarılıyor, alt rütbedekiler okkanın altına gidiyor" sonucunu çıkarmaz mı?

Böyle bir durumda, Saldıray Berk'in, şu ana kadar ifade vermeye gitmemesi, yani mahkemeyi takmaması, Genelkurmay'dan aldığı cesaretin sonucu olarak görülmez mi?

Böyle bir durumda mahkeme kararı, Saldıray Berk lehine sonuçlansa dahi, ortada bir bit yeniği bulunduğu kuşkusu hep saklı kalmaz mı?

Yani Sayın Başbuğ, şimdi iyilik mi etmiş oluyor Saldıray Berk'e?

Balyoz'la ilgili iddialara bir kere daha dikkat çekmek gerekiyor.

Görüldüğü gibi bu davalar, zaman içinde iç içe giriyor.

Balyoz planı, 2003'te yola çıkan bir süreç. 2010 yılında bilirkişi olarak görevlendirilen bir kurmay binbaşı, "bu bir darbe planı" sonucuna vardı. Şimdi Genelkurmay oturup, Balyoz planı içinde geçen subayları tasnif mi etti, "şu darbeci, bu değil" kararına mı vardı, kim ile nasıl ilgilenecek, "astların sorunlarıyla ilgilenme mecburiyeti" Genelkurmay'a nasıl bir sorumluluk yüklüyor olabilir ki?

Şu ana kadar Genelkurmay'ın ilgi alanına girmeyen tutuklu asker kişiler, fiilen bu ilgiyi hak etmedikleri için mi ya da suçlu bulunduklarına dair Genelkurmay'da kanaat oluştuğu için mi ilgiden yoksun bırakılmışlardır?

Görüldüğü gibi her tavrın farklı sonuçları ortaya çıkıyor.

Yani bu iş öyle keyfine göre demeç verme işi değil.

Bence Sayın Başbuğ daha az konuşmalı. TSK'nın ulu orta tartışma zeminine çekileceği tartışmalardan kaçınmalı. Çünkü TSK'nın itibarı Başbuğ'dan da önceliklidir.

Duyarlılık-duyarsızlık

Başbuğ, dava konusu subaylar için yardım toplandığını, bir vakıf kurma düşüncesinin bulunduğunu da açıklamış. Dava açıldığında maaşlar yarıya düştüğü için sıkıntı çekilmekteymiş.

Gerçekten duygulu bir davranış!

Silah arkadaşlığı böyle bir şey olmalı.

Bunu okuyunca insanın aklına, bugüne kadar YAŞ kararıyla, yani yargısız infazla ordudan ihraç edilen "dindar subaylar"a karşı böyle bir sorumluluk duygusunun harekete geçip geçmediği sorusu geliyor. Onlar da büyük geçim sıkıntısı yaşadılar. O zaman böyle bir yardımlaşmayı düşünmek ne kelime, ihraç edilen subayların belediyelerde istihdamı bile öfke konusu oldu. Duyarlılık denen şey, o gün niye yoktu, bugün niye var? Haksız bir soru mu bu?

BUGÜN