Başbuğun açılımı

Gülay Göktürk

Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un Zafer Haftası dolayısıyla yaptığı konuşma, "eski tas eski hamam, bunun nesi açılım" dedirtecek cinstendi doğrusu...

Muhalefetin MGK bildirisine yönelik ağır eleştirilerinin etkisi altında mı yapılmıştı; bu bildiriyi dengelemeye mi çalışıyordu bilemem...

Bekir Bozdağ'a bakılırsa konuşma CHP ve MHP'nin Silahlı Kuvvetler'e yönelik haksız ithamlarına verilmiş bir cevaptı.

Olabilir ama insan yine de bir bu konuşmayı, bir de Başbakan'ın geçenlerde grupta yaptığı konuşmayı okuyunca, bu iki anlayış arasında nasıl bir uzlaşma sağlandığını; Kürt açılımına nasıl olup da "devlet projesi" denildiğini merak ediyor. Ve doğrusu, DTP'nin endişelerine de hak veriyor; yoksa bütün olup biten, birkaç küçük reform eşliğinde resmi söylemin allanıp pullanıp "açılım" adı altında piyasaya sürülmesi midir, diye...

X x x

Mesela şu cümle:

"...(Türk Silahlı Kuvvetleri) Kültürel farklılıklara saygılıdır. Ancak kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası içinde mümkün göremez."

Cümle ne kadar karışık ve anlaşılmaz olursa olsun, bu ifadelerden, TSK'nın aynen eskisi gibi Kürtler'e siyasi temsil yollarının tıkalı kalmasında, taleplerini siyaset kanalıyla ortaya koymalarının yasaklanmasında ısrar ettiğini çıkarabiliyoruz.

Oysa, aylardır açılım açılım dediğimiz şeyin ana fikridir bu. Savaşın yerini barışın almasının ön şartıdır. Kürtler Kürt olmalarından kaynaklanan sorunlarını, yani kimlik sorunlarını siyaset yoluyla çözebileceklerine inanacaklar ki şiddete bel bağlamasınlar; şiddete bel bağlayanların arkasından çekilsinler.

Bir başka cümle:

"Terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz."

Terör örgütüyle ilişki kurmamayı anladık da, "destekleyicileri" derken kimi kastediyor Başbuğ? Besbelli ki DTP'yi...

Böylece bu noktada da başa dönmüş oluyoruz. Meclis'e bağlı olarak görev yapan ordunun başı, halkın oylarıyla Meclis'e girmiş meşru bir siyasi partiyi tanımama, boykot etme, yok sayma tutumunu sürdüreceğini açıklıyor. Bu mudur açılım?

Ve işte geliyoruz en kritik noktaya:

"Her konuyu tartışabilme özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inanır."

Yukarıdaki cümle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşundan beri tekrarlayıp durduğu cümledir.

Sayın Başbuğ, "devletin varlığını riske sokan" asıl şeyin bu tartışma yasağı olduğunu; şimdiye kadar başımıza ne geldiyse meseleleri açık açık konuşamamaktan geldiğini hâlâ anlayamamış.

Özgür tartışma; sorunları ve talepleri adlı adınca ortaya koyma, bu açılımın olmazsa olmazıdır. Bu ön şartı ihlal ettiğiniz anda yeniden başa döner, bir 25 yıl daha ölmeye ve öldürmeye devam edersiniz.

X x x

Hükümetin kendi yol haritasını açıklamadan önce toplumun bütün kesimlerinden ve siyasi partilerden görüş toplaması, kendi projesini bir oldu bitti şeklinde ortaya koymak yerine, birlikte oluşturma yolunu izlemesi şu ana kadar iyi bir fikirdi.

Ama doğrusu, ben hâlâ iyi bir fikir olduğundan emin değilim. Sanırım bu konuşmadan sonra durumun bir an önce açıklığa kavuşması gerekli hale geldi. Silahlı Kuvvetler açılımdan neyi anladığını koydu ortaya; hükümet de koysun ki biz de hükümetle ordu arasında sözü edilen konsensüs zemininin ne olduğunu görelim artık.

Ve eğer zemin Başbuğ'un zeminiyse boşuna umutlanmayalım.

Ak Parti, MHP'ye "Apo'nun asılmasını kim engelledi" tartışması gibi bugün ihtiyacımız olan ruhsal iklimi dinamitleyen inanılmaz polemiklere imza atacağına, Başbuğ'u karşısına alıp Zafer Haftası konuşmasını enine boyuna irdelese daha iyi olur.

Ayrıca Kürt sorununun çözümünde kırmızı çizgilerin belirleneceği yerin Genelkurmay değil Meclis olduğunu; Meclis'te neyin Anayasa'ya aykırı olup neyin olmadığını tespit edebilecek nitelikte çok sayıda Anayasa hukukçusu olduğunu kibarca hatırlatmasında da yarar var.

BUGÜN