Org. Başbuğ, yaptığı konuşmayı "herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum…" cümleleriyle sözlerini bitirirken, Türkiye'nin çok uzun süredir bir Genelkurmay Başkanı'nda tanık olmadığı kadar, "sert ve buyurgan"dı.
Savaş ilanı seromonisi ve diliyle yapılan bu konuşma hafızalardan pek kolay silinmeyecek...
Ton, üslup siyasi rengi ifade eder…
Başbuğ'un tonu ve üslubu demokratik bir ülkede "sindirilemez derece otoriter"di…
Demokratik ülkelerde askerler böyle bir üslupla konuşmazlar, konuşamazlar…
Başbuğ, Aktütün Bayraktepe'de yaşananın bir kahramanlık destanı olduğunu ifade ediyor, aksi tanımların PKK'ın başarılı olduğunu ima etmek anlamına geldiğini vurguluyor, bunu yapanların bundan böyle akacak her kan damlasının sorumluluğunu taşıyacaklarını ve bunun karşılığının verileceğini söylüyordu.
Demokratik ülkelerde Genelkurmay Başkanları bunları bu tonda söyleyemezler…
Basına nasıl davranacağını, nasıl davranması gerektiğini dikte edemezler…
Kışlada bir astını azarlar gibi gazete ve gazetecileri azarlayamazlar…
PKK yandaşı ilan edemezler ve meydan okuyamazlar…
Gerekçesi ne olursa olsun asker, hukuk devletinde, demokratik bir düzende bunları yapamaz…
Demokratik ülkelerde silahlı kuvvetler bu açıdan hesap sorma konumunda bulunmazlar, tersine yetkilerinden ötürü kamuoyu önünde siyasi iktidara ve topluma karşı hesap verme durumundadırlar.
Demokratik ülkelerde basın silahlı kuvvetlerin, idarenin, siyasilerin kamuoyu oluşturma aracı değildir.
Ülke gerçekten demokratik bir düzenle yönetiliyorsa, basın görevi ve tanımı gereği elbette askeri zaafları, ihmalleri sorgulayacak, askeri politikanın başarılı olup olmadığını tartışacaktır.
İddia ve kanaat, Dağlıca ve Aktütün baskınlarında askeri zaafiyetin olduğu yönünde…
Değil mi Hıncal Uluç'tan, Saban Gazetesi'nden Fatih Çekirge'ye, Hürriyet Gazetesi'ne (yani en askercil olanlar dahil) tüm basın bu konuda sorular sordu, soruyor…
Asker, bundan böyle, bu soruları ve eleştirileri bağırarak bastıramayacağını bilmelidir.
Genelkurmay karargahı açısından bardağı taşıran son damlanın iki gün önce Taraf Gazetesi'nde yayınlanan, Aktütün baskınında ordunun saldırı konusunda önceden istihbaratı olduğunu gösteren askeri belgeler olduğu anlaşılıyor…
Olabilir…
Sızmalar orduyu rahatsız edebilir, bu tür yayınların askeri otoriteye güveni sarstığı, PKK'ya cesaret verdiği de söylenebilir.
Ancak açıktır ki ordunun yıpranmasına ilişkin asıl sorun, bu belgelerin sızması ve yayınlanmasından değil, işaret ettiği gerçeklerden kaynaklanmaktadır.
O zaman bu yayın faaliyeti, orduyu yıpratmaktan çok, uyarmak olarak neden algılanmasın?
Basın siyasi partiler, hükümet, sivil idare konusunda yaptığı eleştirileri, bu alanlarda karanlık noktaları bulma, zayıflıkları açığı çıkarma, şeffaflığı sağlama, düzeni güçlendirme ve denetleme işini asker söz konusu olunca neden göremez olsun?
Bu mantıktan "hiç bir kurumun başarızlığı, yolsuzluğu ya da zaafı, bu kurum yıpranmasın diye açıklanmamalıdır" sonucu çıkar.
Bu tür sistemler kapalı toplumlar üretirler…
Gazetecilik faaliyeti açısından da bilmek gerekir ki, bu tür kimi belge ve bilgiler dışarı akmadan hiç bir sistemde düzelme ve temizlik olmamıştır…
Genelkurmay tüm bunlara rağmen basının bu tutumunu kendi bakışı açısından tehlikeli görebilir.
Bu durumda yapması gereken kendi içini toparlamak, sızmayı engellemek, daha doğrusu basınla ilişki kurmak, toplumu bilgilendirmektir.
Savaş ilan etmek değil…
İşin ucu savaşı ilan edene de dokunur.
YENİ ŞAFAK