AK Parti uzun süre sonra yeniden gündemi belirleyen, siyasetin alanını açan, Türkiye'yi liberal demokrasi standartlarına yakınlaştıran bir tutum sergiliyor.
Öyle anlaşılıyor ki 'AKP'yi ve Gülen'i bitirme' suç-eylem planının deşifre edilmesi bir dönüm noktası. Toplumsal desteği ve parlamento gücü itibarıyla 'uyuyan dev' olan AK Parti'yi bu belge 'uyandırdı'.
Asker kişilerin darbe girişimlerini sivil mahkemelerin yargı alanına taşıyan yasa değişikliği tarihî, adeta bir devrim niteliğinde. Ancak acilen TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin de değiştirilmesi gerek. Neden mi? Çünkü bütün darbeler, darbe girişimleri ve cuntacılık faaliyetleri bu maddeye dayandırılmıştır ve dayandırılacaktır.
Her ne kadar Başbuğ belgeyi 'bir kâğıt parçası' olarak nitelese de Başbakan 'dik duruyor'; darbeci çetelerin üzerine gidilmesi konusunda kararlı görülüyor. Çünkü bu, kendi hükümeti için olduğu kadar, bu ülke için de bir varlık-yokluk meselesi. Anlaşılan Şemdinli gibi bir 'karartma vakası'na izin verilmeyecek. Ne diyor Başbakan? 'Sivil yargı bunu takip edecektir. Biz de yürütme olarak kurum ve kuruluşlarımızla bunu takip edeceğiz. Aslına ulaştığımız anda, bulduğumuz anda tabii ki bunu da yargıya taşıyacağız'. Yani Başbakan bu belgenin 'aslına ulaşılabilir' olduğunu düşünüyor.
Başbakan bu belgenin izini sürecek. Ve öyle sanıyorum ki konuyu bugün yapılacak MGK toplantısına taşıyacak olan General Başbuğ değil, Başbakan'ın kendisi olacak. Başbuğ'un bu yöndeki açıklaması 'önleyici' bir savunma stratejisini gösteriyor. Konu sadece MGK'ya değil, bence yaklaşan Yüksek Askerî Şûra toplantısına da damgasını vuracak.
Genelkurmay ilk andan itibaren bu konunun üstüne gitmede isteksizlik sergiledi. Askerî savcılığın açıklaması, Genelkumay'ın izahatı meselenin üstünün kapatılacağı intibaını verdi. Savunmasını da belgenin 'gerçek olmadığı' iddiasına dayandırdı. Belge bir fotokopiydi, otantik değildi; Başbuğ'un ifadesiyle bir 'kâğıt parçası'ndan ibaretti. Bu tespit üzerine de söylenmedik laf, edilmedik tehdit kalmadı.
Yani Genelkurmay ve Başbuğ bütün güvenilirliklerini belgenin 'sahte' olduğuna bağladı. Ardından da şu laf edildi: 'Kovuşturmaya gerek olmadığı kararı kesin değildir... Belgenin doğru olduğuna ilişkin yeni delil, bilgi, emare çıkarsa, elbette bu soruşturma tekrar açılabilir'. Galiba Başbuğ'un kendisi de ne kadar büyük bir risk aldığının farkında.
Bu yüzden 'kendi taraf'ının ne kadar 'sağlam' olduğunu düşünmeden 'karşı taraf'a yüklenmeye devam ediyor. Savcılığa 'farklı' imza veren bir kurmay albayın arkasında savunma hattı kurmak pek akıl kârı görülmüyor bana.
Üstelik 'karşı saldırı' terminolojisi de sorunlu. Akla hemen 'kendi taraf'ını getiriyor. Memlekette ne bir kimsenin ne de TSK dışında bir başka kurumun 'psikolojik harp' konusunda 'uzman' ve 'operasyonel' bir birimi yok. Üstelik bu birimi yıllardır kendi halkına karşı kullandıkları da bir sır değil. Gazetecilere, sivil toplum kuruluşlarına, işadamlarına, yazarlara karşı hazırlanan ve yürütülen andıçların, lahikaların, planların, eylem planlarının adresi neresi, Genelkurmay değil mi? Başbuğ, psikolojideki en basit 'yansıtma' tutumuyla suç eylem belgesinin üzerine gidenleri psikolojik savaş yapmakla suçluyor.
Sadece üç beş yazar ve bazı medya kuruluşları da değil suçlanan; polis teşkilatı ve savcılar da TSK'ya karşı bir 'psikolojik operasyonun' içinde olmakla suçlanıyor.
Bir suç belgesinin aslı olmayabilir, çok geçmeden 'yeni ve farklı deliller' gün ışığına çıkarsa ben kişisel olarak şaşırmam; ama Başbuğ ne yapar? Umarım Başbuğ'un sert çıkışı polisin ve savcılığın yeni delilleri ortaya çıkarmasına karşı girişilmiş bir 'psikolojik savaş' taktiği değildir.
ZAMAN