Sorunun cevabı net: Son on yılda iktidar alanı daralan, iktidar araçları yıpranan ve meşruiyeti sarsılan 'askerî vesayet' rejimini yeniden kurmaya çalışıyor; iktidar için yeni araçlar deniyor.12 Mart, 12 Eylül ve de 28 Şubat ve 27 Nisan modeli müdahalelerin başarısızlıklarını anlayan, fakat iktidar talebinden vazgeçmeyen asker şimdi, siyasal ve toplumsal alanları denetleyici ve düzenleyici başka yollar arıyor; doğrudan olmayan ama daha incelikli, sofistike ve profesyonelce bir strateji izliyor.
Medyaya baktığımızda bu stratejisinin başarılı olduğunu görüyoruz. Neredeyse tüm yazarlar ve yorumcular Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un demokrasi vurgusundan ve 'darbeciler aramızda barınamaz' sözünden memnun. Ama asıl mesele, 'nasıl bir demokrasi?' sorusuna verilecek cevapta düğümleniyor. Askerin, seçilmiş sivillerin denetiminde olduğu modern bir demokrasi mi, yoksa 1961 modeli 'vesayet demokrasisi' mi?
Yani mesele darbe değil, o geçti. 2003-2004 döneminde bunu denediler ve başaramadılar. Bundan sonra da zor. Bu çağda bu ülkede fiili darbe düşünenler akıllarını kaçırmış olmalı. Türkiye dünya ekonomisiyle entegre bir ülke. Darbe olsun, darbeciler askerlerinin maaşını ödeyemez hale gelir üç ay içinde, memleketi iflas ettirirler. Ordunun bile fiili bir darbenin ardından tek bir parça olarak kalma ihtimali yok.
Bununla da kalmaz, askerî bir darbe Türkiye'yi böler. Darbenin yarattığı terör ortamında artık kimse Türkiye Kürtlerini tutamaz. Kimse de Kürtlere 'nereye gidiyorsunuz?' diyemez. Bölgeden de dünyadan da destek bulurlar, hem kamuoyu nezdinde hem de hükümetler düzeyinde. Bugün AK Parti gitsin de nasıl giderse gitsin diyen 'beyaz Türkler' de üç ay sonra, hâlâ ellerinde mal mülk kalmışsa soluğu yurtdışında alırlar.
Dünya sistemi, darbeye imkân ve izin vermez zaten bu saatten sonra. Başbuğ yönetimi de 'dünya sitemi' ile uyumlu olduğunu ABD Başkanı Obama'nın Meclis'te yaptığı konuşmada hazır bulunarak göstermişti. İstenilen ve de mümkün olan, 'askerî bir yönetim' değil artık, 1961 Anayasası'yla sisteme sokulan 'vesayet rejimi'nin devamı. Türkiye'nin toplumsal ve ekonomik dönüşümü, AB üyelik süreci ve yenilikçi siyasal aktörlerin girişimleriyle son on yılda bu eski düzen 'vesayet'i fena halde delindi. Şimdi hedef, bunu tamir etmek.
Başbuğ'un 'darbecileri ba-rın-dır-ma-yız' ifadesini bu çerçevede anlamak lazım. Başbuğ son derece stratejik düşünen bir 'kurmay'. Neyin mümkün olup neyin mümkün olmadığını gayet iyi biliyor.
Tabii ki darbecilere kapalı. Akıllı hiçbir kurmay, mevcut dünya ve de Türkiye koşullarında darbeyi aklından bile geçirmez. Ama mesele darbe değil; Başbuğ'un anlayışında darbe yok, ama siyaset üzerindeki 'asker vesayeti'ni kaldırmak niyeti de yok. Karşımızda duran, 'neo-militarist' bir yaklaşım; bir tür 'insani yüzlü' ve 'kadife eldivenli militarizm,' yoksa Kemalizm mi demeliydim?
28 Şubat'ın ve 27 Nisan tarzı müdahalelerin geri teptiğini, ordunun iktidar alanını daralttığını ve toplumsal saygınlığına zarar verdiğini gayet iyi anlayan Başbuğ, ordunun siyasal gücü ve toplumsal meşruiyeti için yeni bir alan, yol açmaya çalışıyor. Yürütülen iletişim stratejisi 'vesayet rejimi'ni yeniden üretecek, sürekli kılacak 'açılımlar' yapmaya dönük. Kimse yanlış anlamasın; 'açılım', Kürt meselesi veya demokrasi konularında değil. Asker, siyaseti ve toplumu denetleyecek yeni bir dil, yeni ve profesyonel bir iletişim üretiyor.
Yalnız, siyaset kurumları ve toplum buna razı mı? Demokrasinin geleceği asıl bu unsurların tutumuna bağlı.
ZAMAN