Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ hakkında hazırlanan iddianame, hayli ilginç mesajlar taşıyor.
İddianamede benim dikkatimi çeken, İlker Başbuğ’un görevde iken çıktığı bir televizyon programı ile, iki gazeteciye verilen röportajdan özellikle ismen bahis edilmesi.
Bunlardan televizyon programı olan, Uğur Dündar’ın Arena’sı..
Röportaj olanı ise, Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı ile yapılan, Haberturk’te yayınlanan..
İddianamede bu röportajlara özellikle atıf yapılması, bana ilginç geldi. Önümüzdeki süreçte, bu ilginçliğin sebebi de ortaya çıkar ümidindeyim.
Burada bir hususu da hatırlayalım.
Gerek Uğur Dündar ve gerekse Fatih Altaylı, Başbakan’ın ilk iktidar yıllarında kerhen de olsa tercih ettiği gazetecilerdi... Ancak sonradan, birden bir kopma yaşandı..
Niye acaba?
Başbuğ iddianamesinde benim en çok dikkatimi çeken, İrticayla Mücadele Eylem Planı ve İnternet Andıcı ile ilgili bilge ve belgelerin 2009 Haziran ayında Genelkurmay içersinde ortadan kaldırılması olayına ilişkin beyanlar..
Genelkurmay içinde bu olayın yaşandığı kesin.
İhtilaflı olan, “Genelkurmay içindeki bu yok etme işlemi, sıradan bir olay mıdır? Belli periyodlarla zaten yapılan bir imha işlemi midir? Yoksa özel yetkili savcılığın arama ihtimali üzerine acilen yapılan bir operasyon mudur?”
Kırpma/imha işleminin gece yapılması, hatta kırpıcılardan/imhacılardan birisinin düğünden kalkıp gelmesi.. Alt seviyede imhacıların, olayı “çok gizli” olarak yorumlaması.. Bence olaydaki gizemi ispatlıyor.
Ve ne yazık ki, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bu olaydan haberi olmadığını belirtiyor.
Şimdi böyle bir beyana kim inanır?
Hani Fatih Sultan’ın, babasına hitaben kurduğu meşhur “şartlı cümlesi” vardır..
Ona kıyasen söyleyelim, “Senin emrinle o kırpma işlemi yapıldı ise, delilleri ortadan kaldırmaya çalıştığın için zaten suçlusun. Yok sen Genelkurmay Başkanı olduğun halde, senin görev yaptığın merkezde bu denli kapsamlı bir kırpma işlemi yapılıyor ve bundan senin haberin olmuyorsa, görevini yapmadığın, görev yaptığın binaya hakim olamadığın, çok kapsamlı bir imha hareketinden bilgin olmadığı için suçlusun..
Her halûkârda suçlusun yani..
İddianamenin bir ilginç yanı da, AK Parti kapatma davasında delil olarak gösterilen bazı haberlerin, www.irtica.org isimli siteden alındığı hususunun Başbuğ iddianamesinde özel önem verilerek aktarılması.
Aslında bu konuda, internet sitelerinin sahipleri de, iddialarının arkasında durmadıklarına ve özellikle de dönemin Genelkurmay Başkanı Başbuğ “Haberdar olunca ben kapattırdım” savunması yaptığına göre, AK Parti kapatma davasında bu delillerin dikkate alınması, bir iade-i muhakeme sebebidir..
Öyle ya.. AK Parti kapatması davasında deliller arasında yer alan hususlardan bazıları, sahipsiz kaldı ise.. O delillerin karara ne derece etki yaptığı araştırılıp, ona göre yeniden bir karar verilmesi gerekir.
Ama bu arada, Başbuğ’a bir eleştiri daha getirmek gerekir. Savcı suçlama getirmiş ama, biz sadece eleştiri ile yetinelim: “Madem o siteleri kapattınız. O sitelerin gerekçe gösterilerek iktidar partisinin suçlanmasına niye sessiz kaldınız? En azından bir basın açıklaması yapıp, ‘Yargıtay Başsavcılığı’nın delil olarak sunduğu sitedeki bilgileri biz kabul etmiyoruz. Bu çerçevede siteleri kapattık. Mahkemenin ve kamuoyunun bilgisine, bu gerçeği sunuyoruz’ diyemez miydiniz?”
Başbuğ, bunu deseydi, şimdi Silivri Cezaevi’nde olur muydu?
Bence olmazdı..
Fırsat kaçmış değil.
Benzer itiraflar yapması gerekenler, iş işten geçmeden, itiraflarını kamuoyu önünde yapmalılar..
Yoksa, “Olaylarla direkt benim ilgimi delillendiremezler” düşüncesi ile suçlamalardan sıyrılacağını sananlar, aldanırlar..
İşte görüyorsunuz.. Başbuğ’un en önemli isnatlar için yaptığı savunma, “Benim haberim yoktu. Ben bilmiyordum. Benim dışımdaki olaydır” savunmaları..
Ama bu tür savunmalar, tutuklanmamak için yetmiyor işte.
Yetmiyor ki; bir dönemin Genelkurmay Başkanı olduğuna bakmadan, Başbuğ’u cezaevine koydular..
Yetmiyor ki; bir sıçradı, iki sıçradı.. Sonunda Başbuğ da iddianameye muhatap oldu..
YENİ AKİT