Başbuğ diyor ki!

Abdurrahman Dilipak

Başbuğ, dün Harb Okulu öğrencilerine ilginç bir konuşma yaptı ve dedi ki:

 “Arkadaşlar.. Değerli komutanlar, sevgili öğrenciler, silah arkadaşlarım,
Dünya değişiyor. Biz de değişeceğiz. Bu değişim belki biraz da sancılı olacak.
Biz, belli bir konjonktürde sahip olduğumuz imtiyazlı konumu sürekli kılmak istedik. Bu bir gün geri tepecekti. Ve bugün bu tartışma başladı. Ama bunun daha önce yapılması gerekirdi..
İstihbarat zafiyetimiz olduğu ortaya çıktı. Ama bir şey daha ortaya çıktı, buna bağlı kendi içimizde bir yozlaşma, temel değerlerden sapma olduğu da ortaya çıktı..
Kol kırılır yen içinde kalırsa kol kangren olur ve çolak kalırız. Çolak askerle savaş olmaz..
Bugün bazı gerçeklerin ortaya çıkması, hastalığın tedavisi için bir fırsattır.
Siyaset değişiyor, ekonomik dengeler değişiyor, uluslararası güç dengeleri değişiyor. Biz de değişeceğiz. Bunu daha önceden görüp tedbir almamız gerekiyordu.. Bazı arkadaşlarımız bu gerçeği görmek istemediler.. Hatta statükoyu korumak adına global değişim trendine karşı direnmeye çalıştılar..
En önemlisi de, darbe planları ve usulsüzlükler.. Korumamız gereken değerlere karşı savaşan bir ordu olamaz.. İnkılabçı ruhu kaybettik ve bizim inkılapçılığımız, 19.YY sonrası, savaş ortamında oluşan kavram ve kurumları savunan bir muhafazakarlığa dönüştü.. Ülke müdafası yapmamız gerekirken, rejimin bekçiliğine soyunmaya kalktı bazı arkadaşlar. Değişimini engellemeye çalıştılar. Parlamento ve yürütmeye karşı bir tavır içine girdiler.. Yargı ve basını baskılamaya kalkanlarımız oldu..
Bu darbeler süreci bitmeli artık. Yarı askeri bir rejim görüntüsünden çıkmalı Türkiye..
Bu terör ve irtica tartışmasının nasıl başladığını ve niçin sürdürüldüğünü herkes biliyor artık. Bazı yanlışlar yapıldı. Yanlışın neresinden dönülürse kârdır. Hatadan dönmek bir zaaf değil erdemdir..
Sağ-sol, Alev-Sünni, Kürt-Türk, ilerici-gerici kavgaları soğuk savaşın önümüze koyduğu şeylerdi. Artık Türkiye’nin bu korku tünelinden çıkması gerek.. Halkın inanç, tarih ve kültür değerleri ile barışık bir toplum olmamız gerekiyor..
Değişmek zorundayız ve değişim kaçınılmaz.. Dünya değişiyor, bölge değişiyor, ülke değişiyor.. Bugüne kadar değişimin lokomotifi olan bir kadronun değişime direnmesi kabul edilemez..
Basında çok sert eleştiriler var.. Orduya güven giderek zayıflıyor. Ve bu durumu ülkemiz üzerinde hesabı olan ülkeler kullanmak isteyebilir. Ülkenin bir an evvel bu güven krizini aşması gerekir.. Bu gelinen noktadan sonra, Demokrasiden geri dönüş olamaz. Ve bu süreci yavaşlatan taraf da biz olmamalıyız.. Aksine kaybedilen zamanın telafisi için değişime destek vermemiz gerek.
Ama öncelikle de içimizde ortaya çıkan çeteleşme, yolsuzluklara bulaşan unsurların bir an evvel temizlenmesi gerekir..
Darbe dönemi bitmiştir.. Kim suç işlemişse hesabını da verecek.. Bunları bir kambur gibi sırtımızda ilelebet taşıyamayız. Emekli olanların döneminde gerçekleşen hukuk dışı işlemler de elbet bu süreçte sorgulanmalıdır.. TSK’nın Demokratik ülkelerde olduğu gibi hiyerarşi içindeki yeri yeniden düzenlenmelidir. Taş yerinde ağırdır. Olağanüstü yetkiler ve statüler, güç değil zaaf kaynağıdır.. Haddinden fazla güç gayedeki hikmeti yok eder.. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı çıkacağız. Asker-sivil ayırımı yapmayacağız.
Arkadaşlar, kendi halkının değerleri ile çatışan bir ordu olamaz!.
Halkın bize yüklediği bir misyon vardır. O misyona sahip çıkmamız gerekir. Halkın temel değerleri, inancı, onun alameti farikası olan, onu o yapan, onu başkalarından ayıran inanç, tarih ve kültür değerlerine sahip çıkmak ve saygılı olmak zorundayız.. Kendi halkının temel değerleri ile çatışan bir ordu görüntüsü asla kabul edilemez.. TSK, Demokrasi, Adalet, Barış, Özgürlük taleplerinin karşısındaymış gibi bir görüntü asla kabul edilemez.. Bu konuda oluşan kaygıların giderilmesi için elbette bize de önemli görevler düşmektedir..
Bu kaygıların oluşmasına sebeb olan söz ve davranışları artık bir daha bu çatı altına görmek istemiyorum.. Faili meçhullerle ilgili iddialar, beni olduğu gibi inanıyorum sizi de derinden yaralıyordur.. Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, STK ve Bürokrasi arasındaki karanlık ve kanlı ilişkinin TSK’nın içinde yuvalandığı iddiaları, 28 Şubat sürecinde yaşanan olaylar, Batık Bankalarda emekli generallerin adının ön sıraya çıkması, herkes derinden yaraladı. Ama buna sebebiyet verenler de oldu aramızda..
Bunlar bir daha olmamalı.. Birileri, içimizdeki yanlış örneklerden yola çıkarak bütün bir kurumu lekelememeli.. Ve biz de içimizdeki çürük elmaları ayıklamalıyız. Haklı eleştirileri dikkate almalı, birtakım yanlışlıkların üzerine gitmeliyiz.. İnkar, üstünü örtmek yoluna gitmemeliyiz.. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bunu aklınızdan çıkarmayın..
TSK bundan sonra doğru yönde ileri doğru atılan her adımın destekçisi olacaktır.. TSK pahalı, ağır, hantal görüntüsünden çıkıp, çağdaş, güçlü, model alınan bir ordu olarak, savaş gücü, caydırıcı gücü yanında sahip olduğu insan kaynakları, teknik donanım, tecrübe ve birikimi ile ülke kalkınması, refah ve mutluluğun yaygınlaştırılması için üzerine düşen görevi yerine getirme konusunda göreve hazır olacaktır..
Şunu da itiraf edelim ki, darbe girişimleri artık yargıda tartışılıyor. Çete olayların söz ediliyor.. Dahası, geçmişte 312 General arkadaşımız bir araya gelip bir gazeteye dava açtı. Yazarları, aydınları ile davalı bir ordu düşünebiliyor musunuz? Birileri çıkıp Postmodern darbe yaptık diye kendisi söylüyor. Sultanbeyli’de yaşananlar, bir Başbakan’a söylenen ağız dolusu küfürler. Bunlar ayıp şeyler arkadaşlar.. Elimizde silah var diye birileri susuyorsa, bu şekilde ortaya çıkmak ne kadar doğru!. İmam Hatipler, başörtüsü konusunda yaşananlar üzerinde de tekrar düşünmemiz gerek.. Laiklik ve irtica tartışmalarının geldiği yeri yeniden gözden geçirmemiz gerek.. Bir kişi bir şey yapıyor ve bütün bir ordu bunu bir kambur gibi sırtında taşıyor.. “Hakkımı helal etmiyorum, toprağı bol olsun” dedi diye bir gazetecinin evi haczediliyor..
Zulm ile abad olunmaz. Bizim halkımız, haksızlıklar karşısında susanların dilsiz şeytanlar olduğuna inanır.. Yanlış işler ve yanlış kişileri koruma, gizleme adına orduya zarar verecek davranışların içine giremeyiz.. Bizim feda edecek bir tek arkadaşımız yok, ama aynı zamanda bir tek suçluyu bile koruyamayız da.. İnatlaşmanın kimseye faydası yok.. Bu tartışma böyle devam edecek olursa, başlayan yargı sürecinde belki de birçok arkadaşımızın daha kapısı çalınacak.. Bu iş zamana yayılacak olursa, sanırım bunun TSK üzerindeki olumsuz baskısı da bir o kadar uzun sürecek. Bu işlerin üzerinin örtülmesi doğru ve mümkün olmadığına göre, nereye kadar gidiyorsa, bu işin bir an evvel sonuçlandırılması gerek ve bizim da buna engel değil, destek olmamız şart.
Genç arkadaşlar. Siz hayatınızın baharındasınız. Tarih siz yaşarken yazılıyor.. Bunları bilin ve aynı yanlışları yapmayın. Bizim tecrübe birikimlerimiz sizin için bir başlangıç olsun.. Siz internet kullanıyorsunuz. Sizin zamanınızda GENOM tartışılıyor.
Katlanmak zorunda olduğumuz güçlükler, yaşadığımız acı tecrübeler ve olumsuzluklar, gelecek kuşaklar için baht kaynağı olsun..”
Tam bir alkış tufanı başlamıştı ki, uyandım.. Meğer rüyaymış.
Hayırdır inşallah. Hayal gerçeğin anasıdır. Belki rüya da.. Özgür ve mutlu bir geleceğin düşünü kurmak bile güzel.. Sahi Başbuğ’un şu son ses kaydı ne olacak? Yargıya meydan okunuyor, itiraf var, ihbar var ve aynı zamanda var olan diğer bir şer; Derin bir sessizlik!
Bakalım, kim bilir belki rüyalar gerçek olur.. “Aaahhhhh rüyalar gerçek olsa..” Söz ve müzik Hulki Saner, söyleyen: Emel Sayın.. Selâm ve dua ile..
ŞİMDİ BU OLAYLARI NASIL OKUMALIYIZ? Bir savcı Ergenekon üyesi olduğu iddiası ile tutuklanıyor, HSYK oy çokluğu ile tutuklanan savcıya sahip çıkarak, soruşturmayı yürüten savcı hakkında suç duyurusunda bulunuyor ve görevden el çektiriyor.. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ise, iktidarın yargıyı baskı aldığı iddiası ile muhalefet partisi ile aynı paralelde gerekçeler öne sürerek, iktidar partisi aleyhinde soruşturma başlatıyor.. Bu ülkede, darbecilere arka çıkan savcıların dokunulmazlığı var, ama iktidarın ve iktidar partisinin darbelere karşı kendini savunma hakkı yok, öyle mi anlamalıyız? Bu olayların, Kozmik odadaki ıslak imzalı belgelerin savcılıkça alınmak istenmesi ile aynı güne denk gelmesi bir tesadüf mü? Hani bizim Ahmet Can olayında gördüğümüz gibi, Haberal’ı eleştiren gazeteciyi tutuklamak serbest ama, hazineyi dolandırmak, Başbakan’a kumpas kurmak serbest öyle mi? HSYK’dan talebimdir, Ahmet Can’ı ihbarname göndermeden ifade için çağıran görevli için de soruşturma başlatın.. Huuu! Kimse yok mu orada!

VAKİT