Başbakan ne yapabilirdi?

Ahmet Taşgetiren

Çok yakınımda biri, Şemdinli Savcısı hazırladığı iddianame sebebiyle görevden alındığında "Bir daha oy vermeyeceğim AK Parti'ye" demişti.

Sonra 27 Nisan e-muhtıra geldi, ertesi günkü hükümet açıklaması hoşuna gitti, yeniden oy verecek oldu, ve son Başbakan tavrı onu yine öfkelendirdi, "Yok artık, oyum yok AK Parti'ye..." dedi.

Başbakan, "Durduğu yer" sebebiyle "Demokrat" çevrelerden tepki alıyor. Bekleneni vermedi, Başbuğ'un arkasında durdu. Düşünüyorum da, acaba beklenen neydi? Mesela:

-Genelkurmay Başkanı'nı görevden almak! Mesela:

-Soruşturma açılmasını istemek. Mesela: -Genelkurmay Başkanı'nı çağırıp, "Dağlıca'da, Aktütün'de ne oldu, diye sormak... Gerçekten bir ihmal var mı?" Ve mesela: -Susmak. Size göre Türkiye, bir Başbakan'ın Genelkurmay Başkanı'nı görevden alabileceği demokratik olgunluğa erişti mi?

Sanırım bu soruya "Evet" cevabı verecek insan yoktur. Peki ya "Başbakan'ın Genelkurmay Başkanı hakkında soruşturma açılmasını isteme" noktasına geldik mi? Ben bunu da henüz beklemiyorum. Belki "Aktütün'de ne oldu?" sorusunu sorabilirdi.

O bile bir önemli demokratik hamle sayılırdı. Ama bunu kapalı kapılar ardında sorması da anlaşılabilir bir hassasiyettir. Ben Türkiye'deki demokratik standartlar içinde bir Başbakan'ın en realist tavrının "Susmak" olabileceğini düşünüyordum. Kaldı ki "Susmak" bile bir tavır olabilirdi, bir kuşkuyu önemsemek anlamına gelebilirdi, o suskunluk Askeri, suskunluğu tatmin etme zorunda bırakabilirdi vs...

Gördük ki, Başbakan'ın kendine göre "reel - politik"değerlendirmesinde susulamıyor bile... Çünkü sustuğunuzda Ragıp Duran'ın ifadesiyle "Apoletli Medya" tarafından "Başbakan niye susuyor, Orduyu yalnız bırakıyor" suçlamalarına hedef olunuyor ve herhalde Başbakan, böyle bir yaklaşımın toplumsal karşılığı bulunduğunu da düşünüyor. Eğri oturup doğru konuşalım, henüz Türkiye'de zor, bir Başbakan'ın askeri alanı sorgulaması... Taraf'ın yaptığı gazetecilik de kolay değil, zor. Ama aklıma şöyle bir soru geliyor:

-Taraf'ın gazeteciliğini diyelim Vakit yapsaydı, -yapabilirdi, zaman zaman yapıyor da zaten- Türkiye'deki tartışma nasıl gelişirdi? Medyadaki militarizmi eleştirerek gelen Ragıp Duran'ın internetteki yazısını okudum, o bile Vakit'in "Golfçü Paşa" haberlerini değerlendirirken "Dincilik" yaftasını, bir tür haberciliği zayıflatan unsur olarak değerlendirmiş. Hükümetin AB reformlarını, "Dinci politika adına askeri zayıflatma" olarak yorumlayan az medya mensubu mu vardı?

Taraf iyi gazetecilik yapıyor, evet kutluyorum, ama buradaki etkinlikte gene de, mesela Türkiye'nin "Öteki" kesimlerinden, "Zenciler"inden olmamanın, hatta "uluslararası bir desteğe sahip olabilme" imkanının tesiri yok mu? İçimdeki soru şu:

-Türkiye'de Ahmet Altan'a dava açmak mı zordur, Başbakan Erdoğan'a dava açmak mı? Ne ise? Her şeye rağmen, Başbakan'dan daha demokrat bir tavır beklemenin haklı olduğunu düşünüyorum. Bunun bile, demokratik süreci geliştirecek bir söylem olduğu inancındayım.

Şemdinli'den sonra bu ikinci oluyor. Üçüncüsünde eminim ki, Genelkurmay Başkanları da, Başbakanlar da, standartlarını "demokrasiden yana" geliştirmek zorunda kalacaklardır. Bundan sonra her şehit haberi...

Çok açık bir gerçek: Dağlıca ve Aktütün'den sonra her şehit haberi, daha sorgulayıcı duygularla okunacaktır. Bunu ne sayın Başbuğ'un öfkeli duruşu, ne sayın Başbakan'ın onun arkasında yer alışı önleyebilir. Aktütün'den sonraki "Beş şehit" haberi, gidip, toplumun bu kuşkusuna çarpmıştır, bunu hisseden hisseder. Bundan sonra daha çok "Hep garibanlar ölüyor" sesleri yükselecektir.

Bundan sonra askeri cenah daha çok "Falanca komutan da yaralandı" haberleri verme ihtiyacı hissedecektir. Evet, bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bundan sonra daha sık, "25 yılda neden çözülemedi?" sorusu sorulacaktır. Bundan sonra daha çok "Kim terörden besleniyor?" sorusunun cevabı aranacaktır.

Ne derler, Dağlıca ve Aktütün'le cin şişeden çıktı. Demokrasiler herkesin hesap verebildiği bir rejimin adı olmalıdır.

BUGÜN