Başbakan bugünlerde yeniden yedi düvelle kavgaya girdi. Bir cephede Çanakkale’ye çıkarma yapanlarla dövüşüyor, öbür cephede 1915’te kıyılanlarla ve ayrıca bu işin kötü bir iş olduğunu söyleyenlerle. Bir bakıma, hâlâ Birinci Dünya Savaşı ortamında yaşıyoruz. Yaşamamız da normal, çünkü o yılların sorunlarını aşmak için gerekeni yapmadık. Başbakan’ın bugünkü kavgalarını da aşmamak üzere.
Bizim gibileri hedef alan “Türkiye’nin avukatı ol!” sözü ciddi endişe verici bir yaklaşım sergiliyor. Dünyada doğru olarak ne görüyorsam, onu savunurum. Neyi, hangi doğruyu savunacağımı da Tayyip Erdoğan’dan öğrenecek değilim.
Çanakkale konuşmalarında tarih nosyonundan uzak veya tarihte olanları Milli Eğitim Bakanlığı ruhsatlı ders kitaplarından öğrenmiş bir adam gibi konuştu. Bizden özür dilemesi gerekenler (Çanakkale’ye saldırdıkları için) bize iftira ediyormuş (Ermenileri öldürdük diye).
Birinci Dünya Savaşı’ndan söz ediyoruz. Britanya-Fransa-Rusya üçlü itilafı Almanya ile savaşta Akdeniz’de Alman savaş gemilerini kıstırıyorlar. Alman gemileri Çanakkale Boğazı’nın ağzına kadar kaçıyor. 10 Ağustos 1914’te boğazdan geçme izni vererek bu gemileri kurtarıyoruz (Enver’in oldukça karakuşî emriyle). Durumu kurtarmak için de “satın aldık” diyoruz. Alman denizciler kafalarına fes geçirip Osmanlı oluyor. Ama Osmanlı’dan fikir almadan, 29-30 ekimde, başta Odessa, çeşitli Rus kıyılarını topa tutuyorlar. Osmanlı Rusya’ya savaş falan açmış değil. Yani bu, küçük çapta ve erken bir Pearl Harbor. Başbakan’ın bizim gibilerden avukatlık yapmamızı istediği olayın başlangıcı böyle. Bombardımandan sonra, 1 kasımda Rusya, 5 kasımda Britanya ve Fransa, Osmanlı’ya savaş ilan eder. Ne yapsalardı? Çiçek mi gönderselerdi?
İtilaf Kuvvetleri’nin Çanakkale’ye ilk saldırısı 19 Şubat 1915’tedir. Savaş, Batı Cephesi’nde, siperlerde kilitlenmiştir. Bu durumu aşmak için (Churchill’in planıyla) doğuda “manevra savaşı” başlatmaya karar vermişlerdir. Çanakkale’ye saldırmalarında savaş hukukunu çiğneyen hiçbir şey yoktur. Onun için, hangi nedenle bizden özür dilemeleri gerektiğini anlamış değilim. Başbakan, Viyana’ya iki kere sefer yaptığımız için Avusturya’dan özür dilemeyi, ayrıca Budapeşte, Belgrad, Sofya vb. bütün bunlar için özür dilemeyi düşünüyor mu?
Ermeni Kıyımı konusunda düşündüklerimi bir kere daha anlatmama gerek yok da, konuşmanın o kısmında da izlemekte zorlandığım bir mantık var: Çanakkale’de savaşıyoruz 1915’te; “Böyle bir dönemde Türkiye’yi soykırım ile değerlendirmek ve yargılamak isteyenler öncelikle bunu bilmelidirler, bugünü anlamalıdır. Türkiye bugün tüm dünyada barış ve adalet için...” vb.
Birinci kısımda ne diyor? “Çanakkale’de işimiz vardı, başka yerde kıyım yapamazdık” mı demek istiyor? Yoksa, “zor zamanda böyle işler yapsak da üstünde durmaya değmez” anlamında, gene o “arkamızdan vurdular” edebiyatı mı? O durumda, Sivas’ın, Tokat’ın, İzmit’in Ermenilerine ne oldu?
Ya aynı cümle içinde “bugün”e geçişin mantığını nasıl anlamalıyız? Bugün öyle davranıyor olmamız, 1914-18 arasında olanların olmadığını mı kanıtlar? “Biz şimdi iyi yoldayız. Bizi taciz etmeyin.” Bunu mu söylüyor Başbakan? İyi de, bugün ne olduğunu tartışan yok, ama bütün dünya “geçmişinizle yüzleşin” diyor. Bunu doğru yapmadan “bugün”ü doğru kurmanın da imkânı yok. Olmadığı, Türkiye’nin “bugün” devam eden sorunlarından, dün cereyan etmiş sorunlarından (Sivas, Çorum, Maraş kıyımları, Kürt sorunu ve Diyarbakır hapishanesi, 1 Mayıs ve daha neler, neler –sonunda da Ergenekon), ayrıca da Başbakan’ın çeşitli konuşmalarından, özellikle şu yeni, Ermeniler konulu sözlerinden belli.
Başbakan Erdoğan’ın, söylediğini düşünerek söylemek üzere, kendine çekidüzen vermesinin zamanı geldi. Önce bunu algılaması, sonra da bilgi ve mantığa dayanarak konuşmak için çaba göstermesi gerekiyor.
TARAF