YAKUP KARA / HAKSÖZ-HABER
Özgür-Der Bartın Temsilciliği, “Şeyh Said Kıyamı ve İstiklal Mahkemeleri” konulu seminer gerçekleştirdi. Semineri Bahadır Kurbanoğlu sundu.
Bahadır Kurbanoğlu; Şeyh Said hakkında bilgiler vererek, bölge açısından önemini ortaya koyarak söze başladı. Şeyh Said’in bölge insanı üzerinde etkili olduğunu, halkın ihtilafa düştüğü konularda çözümler üretebildiğini anlattı. Özellikle kürt ulusalcıların ifadelendirdiği, dindarların her zaman işbirlikçi oldukları yönündeki iddianın gerçeği yansıtmadığını belirterek konuşmasına devam etti.
Şeyh Said kendinden önceki öncülerin direniş geleneğini devam ettirmiştir. Gayr-i Müslimlerin dahi korunması için mücadele vermiştir. Örneğin Ermeni mezalimine karşı ‘Bölgede kimin canına, malına, namusuna dokunulursa karşısında bizi bulur’ diyerek tavrını ortaya koymuştur.
Yaşanan olaylar kendi gerçekliği içinde okunmalıdır. Hükümetin ne yapmak istediğinin anlaşılmasından sonra isyan gerçekleşmiştir. Hükümet, gerçekleştirmek istediği politikalar için provokasyona ihtiyaç duyar. Bölgenin çok değer verdiği bir şahsiyet olan Cibran’lı Halit’in yakalanması nabız ölçen bir provokasyondur. Daha sonra bu şahıs, çok kapalı bir şekilde çalışan Bitlis mahkemelerinde idam edilmiştir. Aynı şekilde bir tertip de Şeyh Said için hazırlanır. Piran’da Şeyh Said’in de katıldığı bir düğüne sığınan beş mahkûm askerler tarafından alınmak istenir ama Şeyh Said vermez. Bu sığınan kişiler aslında hükümet tarafından belli bir tertip çerçevesinde gönderilmiş/yönlendirilmiş, yüz kızartıcı suçlardan mahkûm olmuş kişilerdir. Şeyh Said’in kardeşi çatışır ve olaylar gelişmeye başlar. Şeyh Said hükümetin politikalarından rahatsızlık duymasına rağmen başta isyan etmeyi amaçlamaz. Yaşanan olaylar üzerinden neler kotarılmak istendiğini anlayınca işin başına geçer. 13 Şubat 1925’te kıyam başlar.
Şeyh Said kıyamıyla ilgili anlatılanların birincil kaynakları ne yazık ki Kemalistlerin kaleme aldıklarıdır. O dönem yaşanan olaylar; yobazların, gericilerin ihaneti olarak ifade edilir. Bu yalan anlatıya göre Şeyh Said, iki yıl önce Azadi teşkilatıyla isyanı başlatmıştır. Kıyamın çok öncesinde hazırlıklar yapıldığı ve planlandığı anlatılır. İsyanın ne kadar büyük ve planlı olduğu algısı üzerinden bir kampanya başlatılmış ve ümmetten ulusa dönüşüm sürecinde yapılan zorbalıkların tümü meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Hükümetin hedefi aslında bir isyanı bastırmak değil, bütün bir muhalefeti etkisiz kılmaktır. Şeyh Said bahanesiyle, istiklal mahkemeleri harekete geçmiş, Takrir-i Sükûn yasası çıkarılmıştır. Böylece tüm basın susturulmuş ve Hıyanet-i Vataniye kanununun 1. maddesi değiştirilmiştir. Çünkü 1920’den beri var olan bu kanun, muhaliflerin susturulmasında yetersiz kalıyordu. Aslında olanlar bir darbe idi. “Dinin siyasete alet edilmesi” ifadesinin burada literatüre girdiğini görülür. Eylül 1927’de 3. meclis açıldığında artık hiçbir muhalefet kalmamıştır. Muhalefet potansiyeli taşıyan tüm gazetecilerin basın hayatı bitirilmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın tüm yöneticileri istisnasız cezalandırılmıştır. Cumhuriyet döneminde yazılan beş hatırattan üçünün istiklal mahkemelerinde görevli kişilere, ikisinin gazetecilere ait olması manidardır. Affedilmek, Mustafa Kemal’in sofralarında onur kırıcı hakaretlere muhatap olmaktan, aşağılanmaktan geçiyordu. Falih Rıfkı Atay’ın, istiklal mahkemelerinin kapanma nedenini ‘gazinin ihtiyacının kalmaması’ olarak ifade etmesi durumun vahametini gözler önüne sermektedir. Hukukla uzaktan yakından alakası olmayan asker milletvekilleri, adeta tiyatro sahneleri kurmuş ve mazlum insanları katletmiştir. Avukatın olmadığı, temyizin olmadığı, delile ihtiyacın olmadığı ve üstelik hiçbir kuruma karşı sorumluluğu olmayan zulüm mahkemeleri, ülkenin dört bir tarafında terör estirmiştir. Zaten Kemalistlerin de büyük bölümü bu mahkemelere hukuk mahkemeleri olarak bakmaz. Onlara göre olağanüstü dönem mahkemeleri oldukları için hukuka uygun olmaları gerekmez. Hatta bu beklenti içinde olanlar sert bir dille eleştirilir ve hukuk beklentisi, süreci yavaşlatan bir zaaf olarak görülür.
Yani Şeyh Said, ülkedeki tüm muhalefetin bitirilmesi ve diktatörlüğün ikame edilmesi için kullanılan bir bahane olmuştur. Şeyh Said’e hep planlı hareket ettiği ve uzun bir süre hazırlıklar yaptığı kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Ama o durumun vahametini görmesine rağmen hitabeten ve kitabeten mücadele etmeyi tercih ettiğini belirtmiştir. Fakat olaylar başladıktan sonra kaçmamış, halkını yalnız bırakmamıştır. Çevreden yardım istemiştir. Her ne kadar aleviler, Seyyid Rıza’nın tarafsız kaldığını iddia etseler de Seyyid Rıza yardım etmek istemiş ama yapamamıştır. Zulmün durması için Ankara’ya telgraflar çekmiştir.
Bu onurlu direnişte sadece isyancılar cezalandırılmamıştır. Tüm bölge halkı cezalandırılmıştır. Şark Islahat Planı çerçevesinde 500 bin kişi göçe zorlanmıştır. 8-10 kişiden fazla kişinin aynı mahallede oturmasına bile izin verilmemiştir. Kıyama katılan kişi sayısı en fazla 5 bin civarında iken katledilen insan sayısı 80 bin olmuştur. Dersim katliamından daha çok insan bu dönemde katledilmiştir.
Şeyh Said kıyamı bahane edilerek bir diktatörlük kurulmuş ve Eylül 1927’de 3. meclis muhalefetsiz bir şekilde açılmıştır. Yeni rejimin tüm sacayakları, bu hadiselerin bastırılmasının ardından oluşan elverişli ortamda hayata geçirilebilmiştir. Anadolu’da Şeyh Said gibi, İskilipli Atıf hoca gibi birçok âlim darağaçlarında sallandırılarak halka büyük bir ‘ders’ verilmiş, diktatörlüğün rızasına uygun olmayan hiçbir eğilime yaşam hakkı tanınmayacağı adeta belleklere kazınmıştır. İslam’a karşı ‘Siyasal Türklük’ dini icat edilmiştir. Bu ülkede ‘Siyasal Türklük’ dini ne Kürtlere karşı ne Çerkezlere, Lazlara karşı kurulmuştur. Tamamen İslami anlayışa, muhalefete karşı icat edilmiş seküler bir sapma ve hastalıktır.
Şeyh Said kıyamı; o günün zorbalarına, tağutlara boyun eğmeyen öncü bir şahsiyetin, yaşadığı anın fıkhını üretme çabasıdır. Şeyh Said’in bu kıyamında Kürtçülükle, milliyetçilikle, ulusçulukla ilgili hiçbir işaret yoktur. Onun davası İslam davasıdır. İdama giderken söylediği söz manidardır: “Eğer Allah ve din için kavga vermişsem basit dallarda asılmaktan perva etmem.”