Hamza Türkmen konuşmasında kısaca şunlara değindi;
Allah insanları tek bir ümmet olarak yaratığını söylüyor. Onlara aralarından seçtiği örnek alacakları rasulleriyle kitabı gönderdiğini gönderdiğini söylüyor. İnsanlar aralarındaki ihtilaf sebebiyle ayrılığa düştüler. Kitabı terk ettiler. Sonradan vehimlerini veya mevcut hallerini kitabı delil tutarak meşrulaştırmaya çalıştılar. Kitabımızdaki müteşabih ayetleri yorumlayarak yapıp ettiklerini doğru gibi göstermeye çalıştılar. Bugün içinde yaşadığımız toplum kitapla bağları zayıflamış veya kopmuş insanlardan müteşekkil. Çoğunluk Kuran’a göre din anlayışından ziyade, zanni kabullerin ve çevre kültürlerin etkisiyle bulanık bir din anlayışı taşıyor. Ama çok şükür ki, yeniden Allah’ın kitabına Resullerin yoluna, ahirete gayba iman ederek kurtuluşa inanan ve bu yolda verilecek çabalarla toplumsal dönüşümün gerçekleşeceğine inanan çabalarda da artış gözlenmeye başlandı. Yeniden Kuran’la ve sahih sünnet öncülüğünde ihya ve tecdid çabalarına yöneleceğiz.
Kitabımız Kuran’la ilgili algılayış biçimlerinde farklı yaklaşımlara tanık oluyoruz. Kuran yakin bir bilgiyle bize ulaşmış bir kitaptır. Onun en net anlaşılır beyanı muhkem ayetlerdir. Biz Kuran’ı bu ayetler çerçevesinde anlarız. Ondaki mecazi, mücmel anlatımları muhkem ayetler ışığında anlayacağız. Gayba da iman edeceğiz ve bazı ayetlerle itikaden sınandığımızı bileceğiz. Bugün tarihselci yaklaşımlarla, batıda, tahrif edilmiş kitaplarına uyguladıkları, dilbilim ve anlam bilimcilerin yöntemlerini Kuran’a uygulamaya çalışan sapkın eğilimlere tanık olmaktayız. Bu gayretler batılı moderniteyle Kuran’ı sentezleme özelliği taşıyor. Bu çaba sahipleri hayata müdahale eden bir kitap olarak Kuran’a inanmıyorlar. Seküler, bilimsel temelde üretilmiş değer yargılarıyla Kuran’da ahlaka dönük ayetleri yorumlayıp maksat okutması yapıyorlar. Müteşabih ayetleri yorumlarına karine yapıp bu kesin doğrudur iddiasında bulunuyorlar.
Kuran’ı anlamaya yönelmiş, konu kavram çalışmalarıyla ilgili bazı kardeşlerin sosyal medya paylaşımları veya yazıp çizdikleri ortamlardan sudur eden çabalara sevinerek tanık olmaktayız. Bu kardeşlerimizin söyledikleri ve iyi niyetli olduklarını düşündüğümüz birtakım tezlerin/yaklaşımların hayatın sosyal, siyasal, kültürel, iktisadi alanlarını ıskaladığını da gözlemlemekteyiz. Biz bunun eksik olduğunu düşünüyoruz. Bütün elçiler geldikleri dönem mer’i zulüm sistemlerine karşı çıkmışlar bir avuç bile olsala mücadeleden geri adım atmamışlardır. Onlar her zaman zalimlerin yüzüne hakikati haykırdılar. Eğer bugün yeniden Kuran’la dirileceksek İslami kriterler eğer ve üzerine bina edilmiş bir toplum hayal ediyorsak toplumu Kuran’la onun aydınlığına çağırarak inzar etmeliyiz. Bu toplum kitapla bağlarını yitirmiş durumda. Kendi yakınlarımızın, önceki kuşakların bize taşıyıcılığını yaptıkları aktarımlardan dini öğrendik ama. Namaz kılmayı, Müslüman isim koymayı dini yaşamayı onlardan öğrendik, eksik veya doğru, yada yanlış, ama gerçek bu. Biliyoruz çoğunlukla eşleştiriyoruz el yordamıyla hakita yitirdiğimiz ümmet olma, şuraya ehil olma, kardeşlik, birr ve takva üzre İslami kimliğe sahip olmaya çalışıyoruz. Tabii ki şu da gerçek; toplumun dine öncülük yapan kanaat üstatları batıni yorumları ve felsefi yaklaşımlarını, ürettiği vehimleri Kur’an’ın ve Rasulün önüne geçirmiş durumdalar, farkındayız. Hepimiz Kuran nimetini bu yüzden kaybetmişiz. Yeniden Allah’ın Kitabına yöneleceğiz. Onun aydınlığına döneceğiz. Zulümata karşı Kuran’ı rehber edinerek engellerlemücadele edeceğiz.
Mekke şartlarında Rasul’le (s) beraber olanların gecenin bir kısmında kalkıp tertil okumaları yaptıkları Kuran’da övülüyor hatta tavsiye ediliyor. Öyle çabalayacağız ki sadece gece dinlenme vakitlerinde vaktimiz olacak ve Kuranı idrak edeceğiz ve öğrendiklerimizi gündüz hayata geçireceğiz. Mekke koşullarında o dönemin egemen cahili şirk sistemine karşı mücadele eden Müslümanlar hayatın her alanında yaşayan Kuran’dılar. Onlar bizler için Öncü Kuran Neslini inşa ettiler. Ataları İbrahim’den kalan dini ifsad eden Mekke müşriklerine de, Ehli Kitaba da, Haniflere de, dehrilere de hitap ettiler. Toplumun koruduğu doğruları Allahu Teala reddetmedi, kitabına aldı bozduklarını düzeltti ve şirk olanları reddetti. Topluma karşı kullanılan dil ve davet yöntemi , ilk topumsallaşma nüveleri ‘en güzel şekilde onlarla mücadele et’ kuralı üzerinden yürüdü ve yükseldi.
İnsan psikolojisi, müdahale edilmezse eğer, nefsimizin tercihleri ve yaşadığımız topluma göre şekilleniyor. İnsan içinde yaşadığı topumun önyargılarını üzerinde taşıyor ister istemez. Amacımız toplumda kültürümüzü inşa etmek ve uzanabildiğimiz bütün hayat alanlarında ölçülerimizin benimsenmesini sağlamak şeklinde olmalı. Biz gündem olacağız ki toplum bizi konuşsun. Bunu toplumu yada içinden geldiğimiz gelenekçi camiayı reddederek değil, en güzel şekilde ve ıslah kaygısıyla yapacağız.
Bugün Müslümanlar, farklı ekollere ve itikadi mezheplere sahip olmakla birlikte aramızda kitabımız Kuranı Mübinin tahrif olmayışı çok büyük bir nimettir ve Allah’ın mucizesi olarak aramızda yaşamaktadır.
Kuran bize yeter tartışmalarına tanık olmuştuk bir dönemler. Rasulullah’ın (s) örnekliğini devre dışı bırakan, eklektik, bir o kadar batıcı, namaza dua diyen, onu ve ibadetleri hayattan yalıtılmış teorik dekor gibi adeta takdim eden bir kitap anlayışına tanık olmuştuk. O anlayış içinde hayata müdahale eden bir kitap yoktu. Şimdi biz Kuran diyenlerin bu tarz suçlamaya muhatap olabilecek yaklaşım içinde olmamamız gerekiyor. Çünkü bizler sadece geleneksel yanlışlıkları düzeltmek değil aynı zamanda modernizmin ürettiği/kirlettiği düşüncelerle mücadele etmeyeceğiz, İslam’ın kriterlerini sentezleyen tüm anlayışlara ve mantık kullanımlarına da karşı çıkacağız. Bizim her zaman kriterimiz anlaşılan, hayata dokunan, muhkem ayetlerin belirlediği delaleti kati nas olmak zorunda. Zihnimizde şu husus net olmalıdır ki; Rasulullah’ın Kuran’la düzenlenmiş usvetun hasene hayatı , Kuran’daki siyeri ve tarihten intikalen bütün Müslümanların başından beri tevatüren, uygulamalı, koruyarak aktardıkları ibadetlerimiz, vakitler, ibadet menasıkımız bizlere İslam’ın meşairi olarak intikal etmiştir. Müslümanların ortak aklından mülhem Kuran’ın onayladığı maruf ve reddettiği münker de aynı yolla gelmiştir. Kuran talebelerinin buna dikkat etmeleri gerekmektedir. Rasulullah’ın ilk gelen ayetlerden olan Müzemmil Suresinde en önemli sıfatı şehitliktir. Şehitlik toplumsal olana işaret eder. Biz Müslümanlar şehitlik/hayata Müslümanca tanıklık vasfımızı kaybettik. Adil bir Müslim topluluk olmaktan çok uzağa düştük. Şurayı-meşvereti yitirdik. Hayat bir imtihandı ve Allah bizi mallarla, canlarımızla, bollukla darlıkla imtihan ediyordu. Yeryüzünü ıslah etmeye yönelmeliydik. Bedevilikten kurtularak medeniliği yaşamamız ve İslam’ı bu gün asrın dini olarak yaşamsallaştırmamız gerekiyordu oysa. Kuran’ın eğittiği sahabe bilinciyle yeniden dirileceğiz. Ayetleri gündemleştirmeyi kafaya koyan Abdullah ibni Mesud gibi Kabe’nin ortasında hakkı haykıracağız. Yürüyen Kuran olacağız. İnsanları en güzel şekilde Allah’ın dinine davet edeceğiz. Bu çabalarla ilerleyeceğiz. O’nun dinine yardım edersek Allah da bize yardım edecektir.
Selahaddin Eş kısaca şunları ifade etti;
Firavunun ordusu Musa (as) ve kavmini Kızıl Deniz’e kadar takip etti. Önlerinde sadece deniz kalana kadar. İsrailoğullarına tek çare denizden karşıya geçmek kalmıştı. İşte mucize de o anda geldi. Mücadelenin en hak edilesi anında geldi. Musa (as)ın kavmi tevhidi, dönüşmüş bir toplum değildi. Ama Allah böyle bile olsalar O’nun yolunda adım atana yardım ediyor, edecektir de. Ve o anda deniz yarılıyor onlardan hiç kimse adımını atmaya cesaret bile edemiyor. İlk adımını atan Musa (as) ve kardeşi Harun (as) o ikisi ilerliyor. Sabikun olan öncüler olarak. Gerektiğinde risk alanlar onlar işte. İmanlarıyla sınanan onlar. Müslümanlar mütevazidirler, sabretmeyi bilirler.
Hz. Ömer Kisra’nın Sarayına elçi gönderdi. Müslüman öncüler mütevazı elbiseleriyle saraya vardılar. Ama Kisra’nın şatafatlı, göz kamaştıran atlas perdelerinin altından ezilerek geçmediler ve de Kisra’ya boyun eğmediler. ABD başkanı 2.Dünya Savaşında Hiroşima’ya atom bombası attırdığında, yaşasın başardık savaşı biz kazandık diye bağırmıştı oysa o gün onlar bir kez daha insanlıklarını kaybetmişlerdi. Birkaç gün sonra vicdanını temizlemek için bando takımında parmağı incinmiş mızıkacı bir askerin ziyaretine gitmiş basınla da bu konuyu dünyaya reklam ederek incelik dersi vermişti güya. Batı için savaşlar niçin vardır? Paylaşım için. Onların adalet anlayışları bu kadar. Onlara göre karşı taraf düşman ise topyekûn helak edilebilirler. Çoluk çocuk yaşlı farketmez.Oyna İslam zulmün her türlüsünü yasaklamıştır. Müslümanlar bu gün Müslüman olmayanlar gibi hareket ediyorlar ve onların yöntemleriyle savaşıyorlar ise bu ne kadar zillet bir durum. Bu gün Suriye’de Irak’ta Müslüman kardeşlerini öldürüyorlarsa ne bedbin bir durum. Oysa İran Baas zalimine karşı ayaklanan Esed zalimine karşı Suriye halkını desteklemeli değil miydi? IŞİD katil Batıyı taklid edeceğine orada zalimlere direnen kardeşlerini desteklemeli değil miydi? Onlar batılılara benzemişler sadece adları Müslüman kalmış.
Yeniden kitabımız Kuran’ın kriterlerine döneceğiz. Hayatımızı Kuran’la ve Rasulullah’ın (s) örnekliğiyle inşa edeceğiz. Yeryüzüne adalet, sulh, merhamet gelene kadar mücadele edeceğiz işte Rabbimizin emri budur.