Bartında Hanımlara Yönelik Seminerler Başladı

Bartın'da Nefise Kuloğlu'nun sunumuyla bilgi kavramı konusu işlendi.

Özgür-Der Bartın Temsilcili'ğinin hanımlara yönelik seminerleri, “Sorumluluklarımız Bağlamında Bilgi ile İlişkimizin İslamileştirilmesi” konusuyla başladı. Seminer, dernek salonunda Nefise Kuloğlu'nun sunumuyla gerçekleştirildi. Kuloğlu, şunları söyledi:

Genel anlamda tüm İslami bilgilerle, özelde ise vahiyle ilişkimizi sorgulayacağımız bir sunum yapmayı planladım. Dilimiz döndüğünce bilgi ve vahiy ile irtibatımızı konuşup bu ilişkinin daha iyi, daha İslami nasıl olur, bu konuda kafa yoralım istiyorum.
Öncelikle şunu belirteyim ki söyleyeceklerim bir özeleştiri. Çünkü biz biliyoruz ki, en güzel eleştiri özeleştiridir. Bu özeleştiriyi öncelikle kendi nefsime yöneltiyorum. İdeal Kur'an nesli oluşturabilmek için bizlerin birbirimizin katkısına ihtiyacımız var. Birbirimizi tamamlamaya ihtiyacımız var. Bu özeleştiriler de bizleri tamamlayacak, daha iyi yol almamıza vesile olacak diye düşünüyorum.

Niye böyle bir başlığı önceledim?
Allah Teala, Enfal Suresi 24. ayette şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Size hayat bahşeden bir dirilişe çağrıldığınızda Allah'ın ve O'nun elçisinin davetine uyun!” Bu ayet-i kerimenin bizlere haykırdığı mesajı, vahyin bizlere hayat bahşedici etkisinin olduğudur. İşte bu başlık ile -vahiyde bir problem olmayacağına göre- vahiyle, İslami bilgi ile ilişkimizi sorgulayalım istedim. Sahabe neslini dirilten ve en hayırlı ümmet kılan Kur'an ve sünnet bilgisinin bugün bizlere de aynı etkiyi yapması için adım atalım. Çünkü bizler, Kur'an mesajını yaşadığımız çağa ulaştırmak zorundayız. Bu eskimez bilgiyle önce kendimiz dirilip aydınlanalım ki, ölmüş sinelere merhem olabilelim.
Sahabenin Kur'an'la nasıl inşa olduğunu biliyoruz. Aynı süreçten bizler de geçerek gerçek kurtuluşa muvaffak olalım. Halihazırda bunu başarabildiğimizi söyleyemiyoruz. Hernekadar eskiye oranla çok mesafe almış olsak dahi bir yerlerde eksiklik var ki sahabenin yaşadığı İslami hayat ile bizlerin yaşadığı İslami hayatlar arasında çok fark var. Mesela; Hz. Peygamber, İslamı araştırmak için Medine'ye gelen elçilerin, bir hafta Medineli müslümanların evlerinde, aralarında misafir olmalarını istiyor. Gördükleri İslami hayatın güzelliği gelen heyetleri etkiliyor. Yine benzer bir örnek olarak; Bedir esirlerini bir arada değil, evlerde misafir ediyor. Kaza umresi esnasında ağırbaşlı tavırları Mekke'nin fethine zemin hazırlıyor. Allah Rasulü acaba bizim aramıza, İslam'a ısınması gereken birilerini gönül huzuru ile gönderebilir mi? O kişiler geldiklerinde birçok konuda kendileri ile (giyim, tavır, dünyaya meyil gibi...) aynı olan insanlar görebilirler. Yusuf İslam'ın müslüman olduktan sonra İslam dünyasını gezisi esnasında söyledikleri bize önemli ipuçları sağlıyor.

Bu örnekler bize gösteriyor ki problem bizde. Vahiy, bilgi bizi tam manasıyla diriltmemiş.

Modern dünyada bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir dönemde, Türkiye coğrafyasında yaşayan ve tevhidi inancı önemseyen müslümanlar olarak bizlerin temel sorunu bilgisizlik asla değil. Yani İslami hayatın istenen düzeyde olmayışının sebebi bilgisizlik değil.Bizim bilgiye bakış açımızın yanlış olmasıdır temel problem.Çünkü bakışlarımızdaki yanlış, yanlış okumaya, yanlış okumalar yanlış yaşantıya yol açtı.Öyleyse bakışımızı düzeltmek durumundayız. Bugün, faizin haram olduğunu, gıybetin haram olduğunu, tesettürün farz olduğunu bilmeyen yoktur. Bilmeyen olmadığı halde sahabeyi dirilten Kur'an mesajı bugün bizlere niye aynı etkiyi yapmıyor.
Burada konuştuklarım şahsi kanaatlerim. Vahyin dışındaki her türlü yorum, eleştiriye, itiraza açıktır.

İlk emri “Oku!” olan bir dinin mensuplarıyız. Ama “oku” emrine verdiğimiz kısır mananın esiriyiz. Okumayı, bilmeyi sadece zihinsel bir faaliyete indirgemişiz.Oysa Alak suresinde “oku” emri bizim bildiğimiz anlamlarının yanında “kalbe nakşedileni dile getirmek, toplamak, bağ kurmak” anlamlarına da gelir. Öyleyse sorumlu bir mü'min, daha yetkin, iyi bir kul olmak, güçlü beslenmek için okur. Oysa günümüz müslümanı malumatfuruşluk için okur hale geldi. Din adına konuşabilmek, zihnimizin boş kalmaması, sorduklarında cevap verebilmek için okur hale geldik. Bizler, dini anlatanlardan olmakla değil, dini yaşayanlardan olmakla mükellefiz. Ve başarıya da ancak bu şekilde ulaşabiliriz.

Bilgi ile ilişkimizde yaptığımız yanlış, satmak için öğrenmek, malumatfuruşluk için öğrenmek. Doğru ve İslami olan ise içselleştirmek, hayata geçirmek için öğrenmektir. Ezberlemekle, bilgileri peşpeşe sıralamakla yetinmeyip onları anlamlandırmak, özümsemek ve o bilgiler ışığında hayatını dizayn etmektir önemli olan. Bu yaklaşım tarzı, yaşayış ve ahlakça gelişmiş şahitler olarak yetişmemize katkı sağlayacaktır.
Okuduğu ya da dinlediği bilgilerin pasif kabullenicisi olmuş, belli bilgi kalıplarını ezberlemiş ve ihtiyaç halinde ezberlediği bilgi kalıplarını aktarmayı marifet sayan anlayışla Kur'an nesli inşa etmemiz mümkün değildir. İslam söylem ile birlikte eylem bütünlüğünü ister. Sadece söylem kuru bir iddiadan ibaret kalır. Her iddia ispat ister. İşte saydığımız bu bilgi kalıplarına uygun olarak ürettiğimiz eylemler, bilgimizin ispatıdır.

Sahabenin vahiy ile, bilgi ile irtibatına göz atacak olursak onların Bakara Suresini 8 yılda öğrenmiş olmaları bize mesajdır. Sahabeden bize nakledildiğine göre sahabeye Kur'an'ı ezberlemek zor ayetlerle amel etmek kolay gelirdi. İbn Mes'ud ve Ubey b. Kab; “Biz Kur'an'ı on ayet, on ayet öğrenirdik. Ve her on ayetin manasını anlamadıkça ve hayatla ilgili yönü varsa yaşamadıkça yeniden on ayet alıp öğrenmezdik. Hz. Osman beş ayet beş ayet öğrendiğinden bahseder.

Hz. Ömer, hafızlara beytülmalden maaş bağlanması teklifine “ezberlemeye özenir de anlamayı ihmal ederler” diyerek kabul etmiyor.

Çünkü vahiy, bir teori metni değildir. Vahye teori metni gibi yaklaşmak vahye yapılan en büyük haksızlıktır.

İslam ilk mesajıyla teori ve pratiği birbirinden ayırmamış, ikisini birlikte ele almıştır. Sahabe de bu yöntemi uygulamış, okuma, anlama ve fıkhetme çabasını göstermiştir. Sağlam yaklaşımın pratik formülü; okuma, anlama ve fıkhetme çabasıdır.

Buraya kadar problemli bakış açısı üzerinde durduk. Bilgimizin bilince, bilincin de eyleme dönüşmesi için yani bilgi ile ilişkimizin İslamileşmesi için neler yapabiliriz? Bunları başlıklar altında sıralayalım:

1) Bilgiyi ve vahyi, vahyin sahibinin istediği gibi okumalıyız. Rabbimizin ilk emri oku. Yani kıraat et. Kur'an'da okuma biçiminde çevirdiğimiz üç fiil vardır. Tilavet, kıraat ve tertil. Biz hepsini “oku” diye çevirmişiz. Ancak aralarında mahiyet farkı vardır.

Tilavet; lafızları arka arkaya dizmek, tekrar etmek, aktarmak, gündeme getirmek, gereğini yapmak ve takip etmek anlamlarına gelir.

Kıraat; tilavete göre daha entelektüel bir okuma faaliyetidir. Kur'an'ı kıraat etmek, anlamları üzerinde düşünmek ve aklı harekete geçirmek demektir. İstiaze emri de kıraat edilmesi gereken Kur'an-ı Kerim'in başında yer alır. Çünkü şeytan Kur'an'ı anlama çabasına yönelik kıraatı saptırır, tilaveti değil.

Tertil; özümseyerek, hissederek, yüreğinde duyarak, vahiy ile adeta bütünleşerek, yavaş yavaş okumak demektir. Müddessir suresinin başında Rabbimiz Kur'an'ı tertil etmemizi emretmiştir. Kur'an'ı tertil üzere okumak vahyi hayata okumaktır. Vahyin indiriliş gayesi hayata müdahale etmektir.Hayata yansıtılmıyorsa indiriliş gayesi de kaybolma tehlikesi içerir.

Kur'an vahyi, herşeyden önce insanı inşa içindir. İlk sahabe neslini, düştükleri çukurdan çıkarıp en hayırlı ümmet haline getiren vahiy, aynı süreci takip ettiğimizde bizleri de aynı şekilde inşa edecektir. Bu sebeple Allah daha ilk ayetlerde müzzemmil 20. ayette üstelik aynı ayette iki ayrı defa geçmek üzere mü'minlerin Kur'an'ı kıraat etmelerini istemektedir. İstenen tilavet değil, kıraattir. Üstelik kıraat edememenin mazereti olarak sadece çok önemli olan hastalık, rızık temini için seyahat ve Allah yolunda cihadı kabul etmektedir.

Demek ki Kur'an neslinin inşa sürecinde ve daima vahyi kıraat etmek vazgeçilmezimiz olmalı. Müslümanın hayatında Kur'an'dan ayrı kalmanın mazereti olamaz.
İbni Teymiye'nin bir tespiti var. Kur'an'ı kıraat etmeyenler Kur'an'dan hicret etmişlerdir. Kur'an'ı okuyup anlamlarını derinden derine düşünüp anlamaya çalışmayanlar da Kur'an'dan hicret etmişlerdir. Dahası, Kur'an'ı okuyup anlamını iyice araştıran ancak hükümleriyle amel etmeyenler de Kur'an'dan hicret etmişlerdir.

2) Niyetin halis, eylemin sünnete uygun olmasını sağlayalım. Bilgiyi malumatfuruşluk için değil, bizde hayat bulsun diye öğrenelim. Bilgiye yaklaşırkenki niyetimiz bizim kimliğimizi ve kişiliğimizi belirler. Mü'mini münafıktan ayıran niyetidir.

İlahi vahyin her insana, onu her okuyana ve anlayana hidayet garantisi yoktur. Aynı vahiy, ihlasla okuyanı hidayete erdirirken, art niyetle okuyanın küfrünü artırmaktadır.
Eylemin sünnete uygun olması gerekiyor. Genel olarak bilgiyi, özelde vahyi Allah Rasulü tedrici olarak öğretmiş. Öğrenilenlerin yaşanmasına, yaşama aktarılmasına özen gösterilmiştir. Bizim de aynı hassasiyeti taşımamız gerekmektedir. Allah Rasulü şöyle buyuruyor: “Bildikleriyle amel edene Allah bilmediklerini öğretir.”

3) Bilgiyi yüzeysellikten kurtaralım. Bilgiyi sağlam kaynaktan ilmi olarak bütün detayları ile öğrenmeye çalışalım. Allah Teala her bilgiye ilim demiyor. Vahyin süzgecinden geçen, muhakeme yeteneğinden süzülen hikmet ilimdir.

4) Bilgiyi öğrenirken önyargılardan kurtulalım. Kavramlara vakıf olmaya gayret gösterelim.

Halihazırdaki en büyük sıkıntılardan birisi de budur. Cumhuriyet döneminde baskı politikaları altında İslami bilgi ve bilincin dumura uğradığı bir dönemden geçtik. Daha sonra kısmi rahatlama döneminde ılımlı İslam imajı yerleştirilmeye çalışıldı. Bazı kavramların üzerleri örtülmeye çalışıldı. Hakim otoritenin izin verdiği bazı ibadet ve kavramlar içi boşaltılmış olarak ön planda tutuldu. (Kişisel ibadetler, namaz, oruç, hac gibi...) Tebliğ, cihad, bidat, belam, şirk, tağut gibi kavramların üstleri örtülmeye çalışıldı. Ne zaman ki dünya İslam coğrafyasındaki değişik İslami hareketler Türkiye'ye yansıdı, çeşitli kitaplar Türkçeye tercüme edildi, bizim gündemimize bu kavramlar girmiş oldu.Tepki olarak da sadece bu kavramları İslami hayatımızın merkezine koyduk. Hakim otoritenin ses çıkarmadığı ferdi ibadetlerin çok önemli olmadığını zannettik.

Namazlarımızın huşusu gitti. Dar zamanlara sıkıştı. Zikir aklımıza bile gelmedi. Zikir zaten Kur'an değil miydi?! Önemli olan tağutla mücadeleydi, tebliğdi. Oysa İslam toplumu bunları bir kenara iterek bir yere varamadı. Bu eksik anlayış samimiyet ve gayretimize rağmen bizleri yıprattı. Güçten düşürdü. Bırakın davet ettiklerimize sabretmeyi, birbirimize dahi sabredemez hale geldik. Oysa tebliğde temsil önemliydi. Her halimizde “işte İslam bu” mesajını verdiğimizi unutmanın bedeli daveti geniş halk kitlelerine yayamamamız olmuştur.

Bu durumdan kurtulmak için bir dönem ihmal ettiğimiz kavramların içini sahih bilgiyle doldurup hayatımızın merkezine almak durumundayız.

5) Bilgiyi eyleme geçirecek seviyeye gelmesi için kişinin kendini eğitmesi, terbiye etmeye önem vermesi gerekir. Dünyayı değiştirmeye aday olan bizlerin öncelikle kendimizi değiştirmemiz gerekiyor. Allah Teala, Maide 105. ayette “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez.” buyuruyor. Bu ayetten, sadece kendimizle meşgul olmayı anlamıyoruz; işe kendimizden başlamayı anlıyoruz. İslamın nasıl yaşanacağını anlatmak yerine nasıl yaşandığını gösterelim. Hz. Peygambere çeşitli iftiralar atıldığı halde hiç kimse “Muhammed emrettiğini kendi yapmıyor” şeklinde iftira atmamıştır.

6) Bilgiyi hayata geçirmek adına yapılması gereken şeylerin plan ve programını yapalım. Zamanı iyi değerlendirmenin yolu zamanı iyi planlamaktır. Kendimize nihai hedefler ve nihai hedeflere ulaşmak için ara hedefler belirleyelim. Mü'minin nihai hedefi Allah'ın rızasıdır.

7) Plana göre hareket edilip edilmediğini denetime tabi tutalım. Akşam da nefsi hesaba çekerek eyleme devam edelim. Biz biliyoruz ki denetlenmeyen işin sonu hayırlı olmaz. Allah'ın isimlerinden biri de denetleyen, murakabe edendir. Mü'min kendinin daima denetlendiğini bilerek kendini kontrol altına alabilmelidir.

8) Yapılanı tam, sağlam ve muhsince yapalım. Yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışalım. Ankebut 69. ayette “Şüphesiz ki Allah herhalde ihsan erbabıyla beraberdir.” buyuruyor.

Haksöz-Haber

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi