Güzel düşlerin peşinden koşmak ister insan. Duyarsızlaşıp olup bitenlere kulak tıkamak gibi bir lüksümüz yok tabii. Hiç şüphesiz düşünme melekesi insanı adaletsizlikler karşısında doğruya sevkedici bir rol üstlenir. Tahlil etmenin yetersizliğiyle dolu olunsa bile, yalan yanlış bilgilerin gölgesinde bir ömür tüketilse de, kulaktan dolma havadis mertebesindeki olayların doğruluğu için çabalamalıyız.
Türkiye’deki gündem şaşırtmaya devam ediyor. Medyanın hayrete düşüren, dudak uçuklatan üslubu karşısında donmak bir yana, ‘ körle yatan şaşı kalkar ‘ misali, zihnimizi meşguliyetiyle etki alanına da alması, pes dedirtiyor doğrusu. Savaş çığırtkanlığı yapanları, işaret edilenlerin katilliklerini tescil edermişcesine ‘ hedefiniz …….. ileri ‘ emri olarak algılanabilecek sürmanşetleri ise, nasıl yorumlamamız gerektiğini fazla düşünmeye gerek yok aslında.
Hükümete yaranma ateşiyle yanıp tutuşan medyaya sahip olmak, iktidar sahipleri için de büyük bir kusur ve yüktür. Kalemlerden dökülen zehirli kelimeleri görmeye, mürekkep yalamak yetmiyor. Gözlük ise bila ihtiyaç. Anlaşılan o ki, ağızdan çıkanları kulak da duymuyor.
Her gün genç bedenlerin toprağa düştüğü, en yakınımızdakilerle ilişkilerimizin gözden geçirildiği bir dönemde, beklenen olgunluğun hala sağlanamaması kahredici. Çıtası her geçen gün yükselen şiddet olgusu toplumun en alt katmanında bile nefret tohumlarını ekmeye çoktan başladı. Türkiye’nin batısındakilerin öfkelenmek için sebeplerinin olması, batı illerinde ikamet eden doğulu ailelerin tedirginliklerini arttırmaya yetiyor. Husumeti arttırıcı rolde kimlerin olduğu ise biliniyor. Kanaatim odur ki, çözümden yana tavır sergileme yönünde istenen çabayı göstermemekte, gelişen olayların varacağı sonuçları görememekteler. Dillendirilen diyalog çağrıları samimiyetin ötesine bir şey hissettirtmiyor. Durdurulamayan dökülen kanlar, susturulamayan silahların dehşetini bize fazlasıyla anlatabilmeli. Barışın akan kanla olmayacağı aşikâr.
Hem hükümet hem de malum kesim, bir yandan barış tezlerini yarıştırırken, öbür taraftan, tam gaz yola devam emirlerini vermekten geri durmamaktalar. Çözüm yerine, mezara giden gençlerin arkasından feryatları, ağıtları dinlemeye devam ediyoruz. Peki, bu barış böyle bir durumda zembille mi inecek? Adını dahi bir türlü koyamadığımız ‘ katmerleşen, kangrenleşen sorun ‘, bütün ihtişamıyla göz kamaştırmaya devam edecek. Verilen demeçler halkın tansiyonunu yükseltmekten başka bir işe yaramıyor. Gösterilen çabaları, barış mesajlarını, girişimleri, projeleri, yapılan eylemleri heba eden, yerle bir eden üsluplar, halkları daha çok birbirine düşman kılıyor.
“ Sokağa çıkmaya korkar oldum. Hele çocuklarımla Kürtçe konuşmaya asla cesaret edemiyorum. Yeni değil on yıllık geçmişim var bu muhitte, ama Başbakanın her demeci kin ve nefretlerini arttırıyor. Geçende kapı komşum, kızına ‘ O kızla oynama, ismi bile Kürtçe ‘ demiş yavrumun duyacağı şekilde hem de. Dünyası alt üst oldu daha sekiz yaşındaki kızımın. “ bütün tedirginliğiyle ahizenin öbür ucundaki ses, konuşuyor... Teselli ediyorum, çaresizce.
Telefonu kapatır kapatmaz, irkiliyorum bir an. Zihnime kodladığım bütün kelimeleri bir an unutur gibi oluyorum sonra. O sokaklara korkarak çıkıyorken, ben o korkaklığın üzerimde bıraktığı etkiden kurtulmak için çıkıyorum. Dışarı çıkmak üzereyken çalan telefonun bütün duygularımı çaldığını, alt üst olduğumu biliyorum sadece. Yürüdüğüm yolda, tanımadığım iki çehre, gülümser bir şekilde selamlıyor beni, aynı yolu paylaşıyor olmanın hissiyle. Okulların açıldığının ikinci günü bugün. Okul bahçesinde her renkten çocukları görüyor gözlerim. Hiç farketmediğim, gözüme ilişmeyen bu durum, şimdi batıyor gözüme. Sarı, kahverengi, siyah, beyaz ve daha birçok saç rengi. Çocukların sadece cıvıltılarını duyuyorum. Annelerinin birbirlerinin rengine bakmadan muhabbetleri çarpıyor gözüme. Sarışın Polon kadın, siyahi Gana‘lı komşusuna sarılıp, tatilinin nasıl geçtiğini soruyor, samimi bir şekilde.
Alman ve Arap çocuğun tatlı didişmelerine şahitlik ederken, onların yanında Ugandalı, Mısırlı, Afganistanlı, Türkiyeli, Lübnanlı ve Faslı çocukların oyununa dalıyorum bir an.
İsteyen istediği dilden cümlelerle, sözcüklerle buluşturabiliyor buralarda seni. Bundan dolayı ne kimsede bir korku, tedirginlik, endişe ve ne de bir kin, husumet ve üstünlük taslama yarışı. O an anlıyorum, siyaset ve siyasiler bu meseleleri çözme niyetinde değiller. Çözüm noktası halkları birbirine yaklaştırmaktır, uzaklaştırmak değil. Üstünlük ve farklılığın nelerde gizli olduğunun işaretini alıyorum. Barış, birilerinin lütfedip vermesiyle değil, yanyana, aynı yerde beraber yürümekle olur. Dünyanın her yerinde siyasilerin rolü tartışılabilir elbette, ama gözlenenleri doğru okumak rahatlatıcı olan.
Güven ve huzur ortamının tesisi, herkesin üstüne düşeni yapması, günah çıkarması ve elini taşın altına koymasıyla mümkündür. Eksikleri, veballeri, kusurları ve hataları kabullenmek bunları itiraf edecek cesareti göstermek için ise fazla zaman kalmadı.
Ha gayret!