Kılıçdaroğlu'nun sözleri çok açık: "Biz onlara 'Niye görüştünüz?' demiyoruz. 'Niye halka yalan söylediniz?' diyoruz." Bu sözden PKK-MİT görüşmesine dair tek sonuç çıkar: CHP terör örgütü ile müzakerelere karşı değil.
MHP liderinin 'ihanet mızrağı artık çuvala sığmıyor' sözünü de biraz dikkatli okumamız lâzım. Bahçeli PKK-MİT görüşmelerine doğrudan itiraz etmiyor; sadece fırsattan istifade 'AKP'nin PKK ile yanak yanağa, diz dize olması' tasvirleriyle romantik bir muhalefet yürütüyor.
Öcalan'ın avukatları aracılığıyla verdiği 'devletle görüşüyorum' beyanından beri, PKK ile görüşmelerin yapıldığı biliniyordu. Başbakan'ın da, -polemiğe konu olan sözleri dikkatle okunursa- bu durumu devlet-hükümet ayırımı yaparak teyit ettiği anlaşılır. Hikâye muhtemelen şöyle olmalı: MİT'ten bir heyet PKK kanadına güvenilmediği için, Kılıçdaroğlu'nu ve Bahçeli'yi ziyaret etmiş ve görüşmeler hakkında bilgi vermiştir. Nazik bir üslupla, bu görüşmelerin siyasî polemik konusu yapılmaması talep edilmiştir. Bahçeli hikmet-i hükümeti bilir. Kılıçdaroğlu'nun da bu konuda dikkatli olduğu aşikâr. Sonuç: PKK-MİT görüşmeleri, bu kayıtları sızdıranların hedefledikleri şeyin aksine son derece normal karşılandı. Kamuoyu, devletimizin uyumadığını; yetenekli, akıllı ve birikimli bir MİT Müsteşarı'nın gizli servisin başında bu işlere vaziyet ettiğini öğrenmiş oldu.
Hafta sonu Diyarbakır'da toplanan ve farklı Kürt partilerinin temsilcilerinin katıldığı 'Kürdistan konferansı'nda, bu görüşmelerin devam etmesi, üstelik daha geniş bir katılımla ve şeffaf bir şekilde sürmesi talep ediliyor. Şöyle bir hayal edin: Oslo'da Mustafa Karasu, Zübeyir Aydar ve Sabri Ok masanın bir yanında, karşıda Hakan Fidan başkanlığında bir heyet küçük bir salonda konuşuyor ve görüşmeler canlı yayınla televizyon kanallarından veriliyor. Böylesine bir şeffaflık kimin düzenini bozar? Halka hesap veren AK Parti Hükümeti'nin mi, yoksa çok uluslu ve çok dengeli yapısı ile herkesin farklı bir muradın peşinden koştuğu PKK'nın mı? Barışın dili değişiyor. Yine çetrefil, yine dolambaçlı; ama artık her şey ortada. Hükümet risk almış ve müzakerelere girişmiş. Peki PKK Silvan saldırısını neden yaptı? Sokak ortasında uzman çavuşların ensesine silah dayayıp neden öldürdü? Düğün yapan sivillerin arasına karışıp neden askere-polise saldırdı? Açık bir müzakerede PKK kanadı bu sorulara cevap verebilir mi?
Geçen hafta Ankara'da Gönüllerde Birlik Vakfı'nda Türk milliyetçisi dostlarla sıcak bir muhabbet sürdürürken, terör sorununa bulduğum çözümü anlattım. PKK sorununa kesin çözümün, Kürt milliyetçiliğinin gelişmesine bağlı olduğunu söyledim ve ekledim: "Kürtler Kürt milliyetçisi olursa, Türk milliyetçileri gibi birbirlerini yemeye başlarlar; memleket de bu beladan kurtulmuş olur." Söylediklerime bu kadar çabuk canlı bir delil beklemiyordum. Diyarbakır'da toplanan 'Kürdistan konferansı' Pan-Kürdist hayalleri yansıtıyor: Kürtlerin '...millet olmaktan kaynaklanan bir siyasal statü hakkının bulunduğunu', yani 'self-determinasyon' hakkını ilan ediyor. Hikâye bundan sonra başlıyor. Bu konferans gelecek ay Erbil'de yapılacak asıl Kürdistan konferansının ön hazırlığı idi. Ne var ki Barzani, PKK'ya kızıp bu konferansı iptal etti. Ahmet Türk "Kürt yöneticiler en doğrusunu ben bilirim dememeli." diye tepkisini ifade ediyor. Son derece milliyetçi bir polemik değil mi?
Bu konferansta Selahattin Demirtaş'ın sözlerini, barışın çetrefil dilini göstermek için deşifre etmek lâzım. "Kürt halkı hiçbir ayaklanmada mevzide kaybetmemiştir." diyor ve açıklıyor: "Yenilginin iki önemli faktörü iç ihanet ve masa başındaki acemilikler, saflıklardır." Yani? "Kan dökerken sorun yok, ama siyasetin, müzakerenin dilini bilmiyoruz." Üstelik herkes hain. Söylenecek tek söz: Cenab-ı Allah Kürtleri, Kürt milliyetçilerinin gadrinden korusun.
Kürt siyaseti şiddetin bir çıkmaz yol olduğunun ve sürdürülemezliğinin farkında. Şiddetin öfke dolu dilini, Kürt milliyetçiliğine taşıyarak kendince bir denge oluşturmaya çalışıyor. Bu dil kendi kendini yiyip tüketen ve yalnızlaştıran bir dil. Barışın dili çetrefil ve Kürt siyasetçilerin ezberin dışına çıktıklarında bu dili konuşmayı beceremedikleri ortaya çıkıyor.
Keşke müzakereler yeniden başlasa ve üstelik canlı yayınla herkes bu müzakereleri takip etse.
ZAMAN