Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak

Ali Bulaç

Parti kapatma davaları, Ergenekon gibi konuların gündemde olduğu bu sıcak mevsimde Abant Platformu bu sene Kürt meselesini ele aldı. İki gün boyunca konu, hemen hemen her boyutu ele alınarak konuşuldu.

Başlık şöyle seçilmiş: "Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak." Doğru bir açıdan bakıldığında Abant'ın teşrih masasına yatırdığı konu, tam da içinden geçmekte olduğumuz krizin önemli parçası. Başka bir ifadeyle, Kürt meselesi ve başka konular çözülmedikçe bugünkü krizler sona ermeyecek, devrevi hale gelip kendi geliştirdikleri konjonktürlerde devam edecektir.

Aslında bu toplantı bundan birkaç ay önce Diyarbakır'da yapılacaktı. Realizasyonu konusunda önemli mesafeler kat edildiği halde maalesef gerçekleşemedi. Söz konusu toplantının hazırlık çalışmalarına katılırken, bir gerçeğin somut olarak farkına vardım: Bazı güçler ve çevreler can yakıcı sorunların kendi iradeleri, çizdikleri çerçeve dışına çıkılarak tartışılmasını, konuşulmasını istemiyorlar.

Kürt sorunu gündeme geldiğinde herkesin aklına gelen iki istifham var: Biri, acaba böyle bir sorunun olduğunu öne sürenler ne kadar samimi? Tercümesi şu: Sahiden böyle bir sorun var mı, yoksa Türkiye'yi zaafa uğratmak isteyen birtakım uluslararası güçlerin sahneye koydukları bir senaryo mu? Bunun çok basit, naif bir soru olduğunun tabii ki farkındayım, ama iletişim kopukluklarının yol açtığı nice anlaşmazlık ve çatışma, tam da böylesi basit ve naif faktörlerden beslendiğini göz önüne almak gerekir. Türk kamuoyunda, Malazgirt Meydan Muharebesi'nden bu yana birlikte yaşadıkları Kürtlerin feryatlarına kulak verirlerken, bu basit ve naif soruyu zihinlerinin ön bölgesinde tutuyorlar.

İkinci soru, "Böyle bir sorun olduğunu kabul edelim, pekiyi çözüm nedir?" Hiç kuşkusuz bu soru anlamlıdır, önemlidir ve artık özellikle Kürt kanaat önderlerinin bu sorunun cevabı konusunda daha somut şeyler söylemeleri beklenir.Ancak ben yine de "çözüm"den önce, karşılıklı konuşmanın -teknik anlamda ben buna 'müzakereci siyaset'in işler hale getirilmesi diyorum- daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çözümün anahtarı müzakereci siyasetin sırrında ve hikmetinde yatmaktadır. Çünkü karşılıklı konuşmayacak, tartışmayacak olursak, kıyamete kadar sahici ve gerçekçi çözüm bulunmayacaktır. Sebebi açık, herkes kendi zihninde "öteki"yi tanımlamış, imgeler çerçevesinde kurgulamıştır. Bu zihinsel inşa ve kurgular dünyasında ne Kürtlerin diğer gruptan insanlarla, ne diğerlerinin Kürtlerle sağlık diyalog kurmaları, diyalog olmayınca birbirilerini anlayıp tanımaları mümkün olmayacaktır. Anlama ve tanımanın olmadığı yerde "tanımlama" hükmünü icra eder.

Toplantıda eminim katılımcıların önemli bir bölümü belki de daha önce test edilmemiş birtakım önyargılar hakkında sahip oldukları insanları adeta başka bir perspektiften tanıma fırsatını buldular ve birbirleriyle tanıştılar. Mesela Kürtlerin gündelik hayatlarını sürdürdükleri kültürel atmosferin ne kadar zengin, manevi köklere inen; hakikatte Türk, Arap ve Fars kültürüyle aynı kaynaktan neş'et ettiği genellikle Türk kamuoyunun meçhulüdür. Hatta öyle insanlar var ki, Kürtlerin fikrî ve manevî kapasiteye sahip olup olmadıklarını sorarlar. Hele bölgeyi konu alan TV dizilerini seyredenler, Kürtlerin ve Arapların "gelişmiş insanî zihne" sahip olduklarından kuşkuya düşmeye başlıyorlar. Fakat Kürtlerin yaşayan en büyük bilgesi Abdülmelik Fırat'ın yaptığı konuşma, konuşması sırasında kullandığı argümanlar; Kürtçe, Farsça, Türkçe, Arapçadan okuduğu şiir örnekleri ve anekdotlar sadece Kürt olmayanları değil, Kürt sorununu dile getiren aydınları da hayran bıraktı. Tabii ki sorunun politik, ekonomik, kültürel haklar ve uluslararası boyutunu dile getirecek aklı başında insanlara çok ihtiyaç var, ama bunun yanında bunun kadar Abdülmelik Fırat gibi bilge Kürtlere, kanaat önderlerine de ihtiyacı var.

Son Abant bize bir kere daha şunu gösterdi: Özgür irademizle ve kendi adımıza konuşmaya, diyalog kurmaya, kısaca müzakereci siyasete ihtiyacımız var.

ZAMAN