ERBİL- Abant'ın 18. toplantısını yapmak üzere Erbil'deyiz. Benim Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil'e ikinci gelişim. "Kürdistan" her nedense çoğumuzun diline ağır geliyor, telaffuz etmekte zorluk çekiyoruz. Toplantının ön hazırlıklarını görüşmek üzere ilk geldiğimizde söz konusu zorluk daha net hissediliyordu.
Bu sefer biraz alıştığımızı zannediyorum. Çok tuhaf aslında, değil mi?
Yaklaşık 4 milyon nüfuslu bölgede ağırlıklı olarak Kürtler yaşıyor. Irak'ın işgalinden sonra oluşan yeni konjonktürden de istifadeyle, özerk-federatif bir siyasi entiteye sahip olmuş bulunuyorlar. Ve elbette uzun zamandan beri bunun mücadelesini verdiklerini biliyoruz.
Bizim için hâlâ büyük sorun teşkil eden konular kolayca çözümlenmiş. Merkezî bütün yerlerde üç, bazen dört dil kullanılıyor: Arapça, Kürtçe, Türk(men)çe ve İngilizce. Tabelalarda, trafik işaret levhalarında, işyeri isimlerinde, her yerde görmek mümkün.
Buranın siyasi atmosferi değişken. Bugünkü olayların seyrini takip edenler, önümüzdeki günlerin yeni gelişmelere gebe olduğunu gözleyebiliyorlar. İki ay önceki Erbil ile bugünkü Erbil aynı değil. Önceki gelişimizde insanlarda çok daha büyük bir özgüven vardı, kendi arzularına göre şekillendirmeye çalıştıkları konumlarına daha umutlu bakıyorlardı. Bugün belli belirsiz huzursuzluklar, 'acaba' dedirten kuşkular belirmiş durumda.
İki önemli gelişme buna yol açan sebepler arasında yer almış görünüyor: Biri, geçtiğimiz kasım ayındaki seçimlerden sonra Cumhuriyetçilerin gidişiyle Amerikan dış politikasında beklenen muhtemel değişmeler. Hemen söylemek gerekir ki, benim gibi çok sayıda gözlemciye göre, Amerika'nın Demokratlar dönemindeki birinci önceliği ekonomisini iyileştirmesi ve dünyada bozulan imajını düzeltmeye çalışması olacak. Bunun için dünyanın en problemli alanı gibi duran Ortadoğu'da bazı politika değişikliklerine gidecek, bunlardan biri de bölgeye olan ilgisini ikinci dereceye düşürmesidir. Bunun sadece Irak Kürdistan Yönetimi'ni değil, İsrail'i de derin bir biçimde rahatsız ettiğini söylemek mümkün. Benim kanaatime göre, 27 Aralık Gazze saldırısı ve bundan sonra olması muhtemel daha geniş ve öldürücü kapsamdaki saldırıların yöneldiği amaç, İsrail'in Amerika'yı bölgede tutmaya çalışması planıdır.
İsrail, Amerika'nın sadece bölgede kalmasını istemekle yetinmiyor, bir an önce İran'ı da vurmasını arzu ediyor. En azından kendisi vurmak zorunda kalırsa Amerika'nın tam desteğini arkasında görmek istiyor. Şimdi İsrail propaganda makinesi, Irak'ta El Kaide'nin İran'la işbirliği halinde eylemler yapıp güçlendiğini yaymaya çalışıyor. 2003'te de Amerika, Irak'ı işgal etmeye karar verdiğinde iki gerekçe öne sürmüştü: Biri Saddam'ın elinde olduğunu iddia ettiği kitle imha silahları, diğeri Saddam'ın terörizme destek verdiği iddiası. Her ikisi de yalan çıktı, bu yalanı en üst seviyede Amerikalılar itiraf etti. Şimdi aynı yalan İran için tezgâhlanıyor.
İkinci gelişme bir süre önce Kürt bölgesi hariç Irak'ta yapılan seçimler oldu. Seçimlerden önce Maliki Amerikalılarla önemli konularda anlaştı ve seçimlerden Arap unsurlar adeta zafer kazanarak çıktılar. Öngörülen Sünni-Şii çatışması büyük ölçüde zayıfladı. Seçimlerin bu şekilde sonuçlanmasıyla Sünni-Şii ayrışmasından çok bir "Arap ligi"nin teşekkül ettiğinden söz ediliyor. Bu, belli belirsiz Kürt Bölgesel Yönetimi'ni düşündürüyor.
Bölgesel yönetimin genelinde Türkiye'ye karşı bir sevgi var. Burada Türk okulları ve sağlık faaliyetleri ile Türk firmaları büyük prestije sahip. Türkiye'de Kürt sorununda en radikal karşıt tavırlar içinde bulunan kuruluşlar –bunları isim isim öğrendiğimizde dudaklarımız uçukladı- buralarda çalışıyorlar, ihaleler alıyorlar. Bu da başka bir ironi.
Abant olarak siyasi gelişmeler, iç çekişmeler bizim ilgi alanımız dışında. Biz, sadece her iki tarafın birbirleriyle tanışmasını, sorunlarını ve hassasiyetlerini anlamalarını istedik. Tabii ki bölgenin barışa ve istikrara ihtiyacı vardır. Ancak barış arayışına çıkmadan, tanımak ve anlamak önemlidir.
ZAMAN