Barışa kan vermek, savaşa can atmak!

KENAN ALPAY

PKK’nın eşzamanlı olarak Çukurca ve Yüksekova’daki jandarma birlikleri ve polis merkezlerine yaptığı saldırılarda 26 güvenlik görevlisi öldürüldü, 18’i yaralandı.

Bakalım can alma, kan akıtma siyaseti ile Kürt sorunu daha ne kadar yol alabilecek? Bu saldırılarla PKK’nın önümüze koyduğu yol haritasında neler var? Daha iyi bir barış için mi, daha kötü bir savaş için mi sinir uçlarıyla oynanıyor, birlikte yaşayarak öğreneceğiz.

PKK’nın hedefi, hesabı nedir? Acaba şehirlerde sivillere karşı trendini giderek yükselttiği saldırılarını eşzamanlı olarak ve birden fazla askeri birliğe karşı da yöneltebileceğine dair bir gövde gösterisiyle mi karşı karşıyayız?

“Bölgede inisiyatif bende!” diyerek AK Parti Hükümetinin Kürt açılımındaki istikametini değiştirme teşebbüsünün bir parçası da olabilir, bu kapsamlı saldırılar. Kato Dağı’na, Kavaklı kampına, Kandil operasyonlarına, KCK tutuklamalarına karşı kamuoyuna “Ezilmedik ve intikam alacak gücümüz var!” mesajı olarak da okunabilir.

Cumhurbaşkanı Gül’ün Genelkurmay Başkanı ile birlikte daha birkaç gün öncesinde ziyaret ettiği birliklerin ateş altına alınması yönündeki saldırılar sıradan saldırılar olmasa gerek. Sekiz ayrı noktanın tamamında, jandarma komando birlikleriyle bir polis merkezine yönelik saldırının saatlerce sürmesi, öldürülen ve yaralanan askerlerin bu kadar çok olmasının ciddi bir hesabı yapılmalı değil mi?

Uzun bir zamandır bu kapsamda bir PKK saldırısı sözkonusu olmamıştı. Açıkça TSK’nın ileri unsuru sayılabilecek, muharip ve kritik birliklere yönelen bu saldırılar “Güçlü Ordu”nun ne kadar ve kime karşı güçlü olduğuna dair de bir ipucu veriyordur.

Bu saldırılar PKK’nın planlama ve istihbarat başarısı kadar bir kez daha TSK’nın planlayamama ve istihbarat alamama zaafı olarak kaydedilmelidir. Örgütte çözülme başladı, örgüt panik halinde, dağ kadrosu moralmen çöktü vs. şeklinde yaygınlaştırılan haberlerin gerçeklik değeri işte bu türden acı sahnelerle tastamam ortaya çıkıyor.

Saldırıya uğrayan yerler yolgeçen hanı değil. 30 yıldır defalarca saldırıya uğramış askeri birlikler. Her an şiddetli ve kapsamlı saldırılara muhatap olacak birliklerin bu kadar zayıf bir anda yakalanmasını örtmek için maalesef yine klasik söylem devreye sokuluyor: Sınırı aşan geniş kapsamlı operasyonlar yapılıyor. 50 genç insanın bedenleri kurşunlanıp kanla boyandıktan, anne-babaların yüreğine kan oturttuktan sonra ne fayda!

İşin özü ve özeti şu: PKK, Hükümeti topyekün bir savaşa zorluyor. Kürt sorununun PKK’dan ibaret olduğu bir siyasete Hükümeti boyun eğdirmek istiyor. Bu çerçevede ilerleyen ve derinleşen PKK çizgisi açıkça Kürt sorunundan daha bir ayrışıyor. Kürt sorunu birkaç yıl öncesine kadar Türk ulusalcılarının elinde rehin tutuluyordu. Ancak zaman ilerledikçe Kürt sorununun PKK elinde rehin tutulduğu daha bir netleşmektedir.

‘Barış’ için yeni bir gövde gösterisi, yeni saldırılar, gencecik ölümler planlanıyor. Ancak bu işin çözümü ‘vatan’ için yeni gövde gösterileri, yeni saldırılar ve yeniden gencecik ölümler değildir. İsrail, Almanya, Fransa, Suriye vd. gibi ülkeler bu saldırılarda ne kadar pay sahibidir tam olarak bilemiyorum. Lakin PKK ve Kürt ulusal kimliğini doğuran siyasi ve tarihi şartları gözardı ederek ‘dış güçler’ söylemini baskın kılmak çözümsüzlüğü pekiştirir.

Anayasa ve kanunlardaki (yönetmelik, tüzük, teamül dahil) Türkçü, Atatürkçü, laik-seküler dil, mantık ve pratikler son bulmadıkça Kürt sorununu da PKK-KCK gibi başka sorunları da çözebilmemiz mümkün değil. AK Parti Hükümetinin ekonomik yatırımlar veya güvenlik politikalarıyla çözmeye çalıştığı bu sorunda öne alınması ve güçlendirilmesi gereken en önemli çözüm aracı siyasi iradedir.

Çözüm yolunda öncelikle Türkçü ve Atatürkçü resmi ideolojinin yok saydığı, ezip aşağıladığı Müslüman Kürt halkının PKK-KCK bağlamında bir siyasete eklemlenmesinin sebep ve araçlarını ortadan kaldırması yolunda kararlı adımlar atılmalı. Anayasasından kanunlarına, eğitim kurumlarından siyasi partiler kanununa, dağından taşına, meydanından medyasına hemen her yerde ve her daim Türkçü ve Atatürkçü kimlik dayatmanın rutine bindiği bu boğucu atmosferden acilen kurtulmalıyız.

Yaşadımız sorunları kışkırtıp kangrene dönüştüren büyük ölçüde devlet ideolojisi ve iktidar sınıflarıdır. Açılım ve normalleşme çizgisinde çekimser ve yavaş olmak kaybettirir. Cesur, atak ve hızlı olmak sadece Hükümete değil herkese kazandırır. 

----------

Bu yazı, Yeni Akit gazetesinin bugünkü nüshasında da yayınlanmıştır...