Barış Pınarı Harekâtı'na İlişkin Sorular ve Açılımlar

HAŞİM AY

ROJAVA’YA SIKIŞAN SURİYE SİYASETİNİN BEDELİ - 2

Mesele aslında yoğunluğundan ötürü birçok açıdan ele alınmaya muhtaç. Nitekim Haksöz-Haber sitesinde gerek Kenan Alpay’ın yazıları, gerek Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya’nın yazıları ve kendisiyle yapılan bir röportaj, gerekse de harekatın hemen öncesinde yine Rıdvan Kaya ve SMDK eski başkanlarından Halid Hoca’nın katıldığı bir soruşturma meselenin belirli açılardan vuzuha kavuşturulmasında önemli tespit ve analizler içermekteydi. Bu yazıda ise meselenin işlenişinde üzerinde pek de durulmadığı kanaatini taşıdığım bir önceki bölüme ek olarak naçizane “Kürt/Kürdistanfobi” olarak kavramsallaştırdığım bir diğer hususa daha değinmekte yarar görüyorum.

Konunun yoğunluğundan ötürü sürecin geldiği nokta ve tablonun genelini baz alarak öncelikle sonuç sadedinde paylaşmakta fayda gördüğüm birkaç soru ve tespitimi maddeler halinde sıralayarak başlayayım:

-Gelinen noktadan Rusya-Esed memnun, ABD memnun; bu işte bir gariplik yok mu?

-ABD’nin YPG/PYD üzerindeki nüfuzu sorun da Rusya ve Esed rejiminin nüfuzu sorun değil mi? ABD Mazlum Kobani kod adlı YPG komutanını muhatap alınca NATO üyesi Türkiye tarafından haklı olarak eleştiriliyor; peki, aynı eleştirel tutumun benzeri sertlik ve açıklıkta daha dün Rus bayrağı altında Kobani’ye poz verdirten Rusya’ya yapılmaması tutarlı mı?

-Kendisine karşı tavır takınılan ABD ile kendisiyle son derece iyi geçinilen Rusya’nın Suriye’deki ajandalarının farklı olduğuna gerçekten inanmak mümkün mü? Şayet öyleyse ABD neden Rusya’nın her hamlesine destek çıkıyor? İsrail’in güvenlik açığını da Ortadoğu’daki enerji hatlarının muhafızlığı görevini de ABD yeni ortağı Rusya’ya devrediyor olmasın?

-Herkes için kullanışlı bir maşa olan ve büyük güçlerle geliştirdiği bu oportünist ilişkiyi savunan YPG/PYD sorunu umulduğu gibi gerçekten bitti mi / bitecek mi? Soçi mutabakatı gereği sınır muhafızlığına soyunan Rusya ve Esed’in neferleri kim olacak dersiniz?

-Türkiye, şu veya bu nedenle Rusya ile girdiği derin ilişkilerin getirdiği pasiflikte Suriye muhalefetinin önemli bir kısmını da peşine taktı. Muhalefeti İdlib başta olmak üzere sıcak cephe hatlarında farkında olup olmadan pasifleştirirken Esed ve Rusya’ya direnmeyi önceleyen unsurları marjinalize etti, ABD’nin önceleri Eğit-Donat programı daha sonra da SDG modeli üzerinden yaptığına benzer şekilde adeta kendi akredite muhalif tipini oluşturdu.

-Halep’ten sonra Rusya’ya karşı izlenen uzlaşmacı tavır direnişi İdlib’e gömerek elini kolunu bağladı.

-Suriye devrimi ve İdlib’in durumu belirsizliğini korurken Fırat’ın doğusunun daha doğrusu Rojava sorunsalının öne çıkması Suriye dramını uluslararası ölçekte öncelikli gündem olmaktan çıkardı. Gelinen noktada büyük Suriye meselesinin döne dolana YPG/PKK ve mülteciler sorununa indirgenmesi Suriye halkının bunca bedel ödediği adalet ve özgürlük davasını da buharlaştırıyor.

-Güvenli bölge veya uçuşa yasak bölge fikri başından beri bir ihtiyaçtı. Türkiye, muhaliflerin de desteğiyle 2011 yılından beri bu talebi uluslararası ölçekte dillendirmekte sonuna kadar haklı ve de tutarlıydı. Ancak gelinen noktada güvenli bölge fikri ve talebinin Türkiye ve muhaliflerin gücünün olmadığı Rojava hattında gündeme gelmesi ve bunda ısrarcı olunması çeşitli açılardan tartışmaya açık bir hususu teşkil etmektedir. Müstakbel güvenli bölgede hedeflenen sayıda Suriyelinin barındırılması için Türkiye uluslararası desteğe mecbur olduğunu itiraf ediyor ama bu konuda ne maddi destek beklediği AB ülkelerini, ne YPG/PYD dışındaki Suriyeli Kürt yapılarını, ne de iç kamuoyunun önemli bir kısmını ikna edebilmiş değil. Rojava ısrarı Türkiye’nin güvenli bölgeden amaçladığı öncelikli hedefin Suriyeli mültecilerden ziyade muhtemel bir “Kürt devleti” oluşumunu engellemek olduğu düşüncesini akla getiriyor. “Aynularab”, “Tel Abyad” vb. bölgelerin Arap asıllığına ilişkin yapılan demografik atıflar da bunu pekiştiriyor. Baas rejiminin bölgenin demografik yapısıyla ilgili sürdüre gediği tahripkar politikalar burada sanki unutuluyor gibi. Belki ancak Esed despotizmi yıkıldıktan ve yeniden özgür bir Suriye kurulduktan sonra iç dinamiklerin kendi aralarında giderebileceği köklü ihtilafların sıcak savaş şartları içerisinde taraflardan birinin lehine pozisyon takınılarak gündemleştiriliyor olması orta ve uzun vadede iki tarafın da lehine olmayabilir. Despotizmin halihazırda egemen olduğu ve Rusya ile İran’ın işgallerinin giderek derinleştiği bir vasatta değişken etnik demografiyi gündemleştirerek bunun üzerine politika inşa etmeye çalışmak süreç içerisinde iki kardeş etnisite olan ve aslında ikisi de nihai kertede aynı zulüm mekanizmasının mağduru olan Kürt ve Arap halklarını karşı karşıya getirme riski taşımaktadır. Bu şartlar içerisinde ille de bir güvenli bölge talebi dillendirilecekse ve Suriyelilerin maslahatı baz alınacaksa bunun Rojava bölgesi değil İdlib için istenmesi daha inandırıcı, samimi ve tutarlı olmaz mı/ydı?

-YPG/ABD/Rojava eksenine yoğunlaşma Rusya’ya olan bağımlığı arttırdı. Zaten pasif olunan İdlib konusunda Türkiye’nin elini kolunu daha da bağladı. Rusya, İran ve Esed bloğu kendisinin yapmaya cesaret edemediğini Türkiye üzerinden başardı. ABD geri püskürtülürken ondan ve YPG/PYD’den boşalan bölgenin önemli bir kısmını Rusya ve Esed adeta altın tepside sunulmuş bir ödül olarak karşısında hazır buldu!

-Suriye direnişi ve muhalefetinin önceliği Esed, İran ve Rusya iken Türkiye’nin değişen önceliklerinde ABD ve YPG veya Rojava merkeze oturdu. Bu durum Türkiye’yi Esed gaddarının meşruiyetini dolaylı da olsa tanıyacak kadar geriye götürdü.

- Türkiye’yi kullanıp ABD’yi zayıflatma ve sonra da bölgedeki nüfuzunu arttırmaya çabalayan bir İran-Rusya gerçekliği var. Türkiye muhtemelen buradaki kumpası fark etmiş olmalı ki ABD ile anlaşma sağladı. Ne var ki Rusya ile imzalanan Soçi anlaşması garip şekilde işgalci Rusya ve despot Esed’i sürecin en büyük kazananı haline getirdi! İdeal olan, bölgemizin tüm despotik ve emperyalist nüfuz unsurlarından arınması, kendi kendine yeter seviyeye gelmesidir. Bununla birlikte reel olarak bölgemizde öncelikli tehdit İran’ın mezhepçi ve Rusya’nın despotları halklara yeğleyen emperyalist politikalarıdır. Bugün için Irak ve Suriye’de öncelikli tehdit emperyalizmin sağ kolu ABD değil, aksine mezhepçi İran’ı da peşine takan emperyalizmin sol kolu Rusya’dır. İran ve Rusya’nın dümenine girmektense ABD ve Avrupa ile ilişki halinde olmak maslahata daha uygundur. Aynı şekilde despotik-faşist Avrasya ekseni yerine demokrasi ekseni olan Avrupa’ya yaklaşmak halklarımızın daha yararına olacaktır.

-Reel düzlemde bu harekatla birlikte yapılacak en mantıklı şey örgütten boşalan bölgeler için YPG/PYD/PKK/SDG dışı yerel Kürt dinamikleri de kapsayacak bir idari mekanizma oluşturarak en azından El-Bab/Afrin modelinde ısrar edilebilir/idi. Gel gör ki kısmen “YPG/PKK gitsin de kim gelirse gelsin / Kürdistan kurulmasın da ne olursa olsun!” mantığı kısmen de fincancı katırlarını pardon Rusya ve İran'ı ürkütmemek için bu bile dillendirilmiyor!

-Bütün bunlarda rol oynayan temel faktör ve hatta harekâtın da temel gerekçesi olarak Türkiye’nin kronik ve tarihî hastalığı olan Kürt/Kürdistanfobinin neler kaybettirdiği gerçeğiyle yüzleşilmedi, yüzleşilmiyor…

(...)

Gelecek Bölüm:

-“Kürt/Kürdistanfobi” Türkiye’ye Neler Kaybettirdi, Neler Kazandıracak?

*

ÖNCEKİ BÖLÜMLER:

- Türkiye'nin Rojava’ya Sıkışmış Suriye Politikası Kime Ne Kazandıracak?