20 Temmuz Suruç bombalamasından sonraki üç haftada kapkara bir tabloyla karşı karşıya kalmış olsak da aslında Çözüm Süreci’nin çok daha sağlam bir temele oturarak yeniden işlerliğe kavuşacağının belirtileri görülmeye başlandı. Aynı isim, aynı içerik ve aynı vasıtalarla sürmeyecek belki ama kanlı bir kesintiye uğrayan süreç devam edecek. Bunu düşündüren en temel sebep sürecin başından beri karşı çıkan, ayak sürüyen, taş koyan barış karşıtı cephedeki panik ve şaşkınlık hâli.
Bu cephenin kuşkusuz en önemli aktörü, herkesin kendi oyununu üzerine kurduğu PKK. Örgüt Türkiye’ye yeniden savaş ilân ederek, IŞİD’e karşı savaşta Batı nezdinde edindiği ayrıcalıklı konumun sağladığı meşruiyetini hızla kaybetti. Bu ayrıcalıklı statünün bir sınırı olduğunu ya görmedi ya da görmek istemedi. Suriye’deki siyasî boşluktan doğan kısmî kazanımlara bakarak bir benzerini (başta ABD olmak üzere Batı’nın desteğiyle) Türkiye’ye taşıyabileceği vehmine kapıldı. Ama yanlış hesap Ankara’dan döndü.
Eğer bütün ‘tezgâh’ ABD’nin üçüncü göz olarak formüle dâhil olması için değil idiyse, moda deyimle ‘ABD PKK’yi sattı.’. NATO Türkiye’nin terörle mücadelesini haklı bulduğunu açıkladı. Yıllardır işlenen AK Parti=IŞİD denklemi de çöktü. Batı başkentlerinden PKK’ye ateşkes baskıları gelmeye başladı.
Paralel yapıyla kurulan siyasî ahlâksızlık örneği ittifak da pek işe yaramadı. Bu yapıya mensup polislerin yaptığı provokasyonlar ve PKK’ye sağladıkları anlaşılan kısmî istihbarat, kimi yerlerde savcıların polisin yakalayıp teslim ettiği milisleri serbest bırakması gibi küçük desteklerin bu büyük savaşta o kadar da önemli olmadığı anlaşıldı. Devletin kesin tasfiye kararı aldığı paralel yapı ‘kelin ilacı olsa kendi başına sürer’ pozisyonunda kaldı. Savcıları bile yurtdışına kaçtı. Özgür Gündem ile Zaman, Demirtaş ile Fuat Avni aynı dili konuşmaya devam etseler de bu ilişkinin PKK’ye çok da yaramadığı zamanla çok daha iyi anlaşılacak.
Hepsinden önemlisi, PKK’nin barış diye bir derdinin olmadığı, Çözüm Süreci boyunca kendi ajandasını yürüttüğü anlaşıldı. Dolmabahçe fotoğrafından bir ay önce, Ceylanpınar’la Suruç arasında, Suriye’den gelen silâhların sevkiyatının yapıldığı, hatta buna bir HDP milletvekilinin de karıştığının görüntüleri ortaya çıktı. HDP’nin bölgedeki seçim başarısını PKK’nin özerklik (veya her ne kurmak fikrindelerse o) ajandasına Kürt halkının verdiği destek olarak yorumladılar. Oysa Kürtler devletle yürütülen Çözüm Süreci’ni %90 oranında destekliyordu. Yani özerklik, bağımsızlık vb. için değil barış için HDP’ye oy vermişlerdi.
Sırf Erdoğan ve AK Parti karşıtlığıyla HDP’ye oy vermiş Beyaz Türk mahallesi de seçim öncesi cevvallikleriyle destekleyemiyor artık HDP’yi. Seçim mitinglerinde kalpaklı Atatürk bayrakları sallayan Kürtlere açılan kredi, barajı geçer geçmez gelmeye başlayan asker-polis cenazeleriyle tükeniverdi. Şimdi birbirlerini suçlama yarışındalar. Seçimden önce her gün birkaçında parlatılan Demirtaş’ı, Doğan grubu TV’lerinde görmüyoruz artık.
Şaşkınlık ve paniğin göstergeleri bu kadarla sınırlı değil. Daha birkaç ay önce Barzani’yle hakarete varan karşılıklı atışmalara giren PKK, TSK’nın operasyonları başlayınca ateşkes için Barzani’den ricacı oldu (bunu Kurtuluş Tayiz yazdı: http://serbestiyet.com/Yazarlar/barzaniden-ateskes-ricasi-160413). “Kürdistan Erbil’den yönetilemez.” diyen PKK, militanlarının cenazelerinin sınırdan içeri alınması için bile Barzani’nin aracılığına muhtaç kaldı. Bombalanan Zergele kampı yakınında yaşayan köylüler de yine Barzani’ye başvurarak PKK’nin bölgeden uzaklaştırılmasını talep ettiler.
Daha bir hafta öncesine kadar, PKK’nin üstlendiği saldırıları bile “Saray’ın özel gladyo örgütü”nün yaptığını söyleyebilecek kadar Fuat Avnileşmiş, “Silâh bırakın desem Kandil beni dinlemez ki.”diyen Demirtaş, apar topar Brüksel’e gidip döndüğünün ertesi günü “PKK derhal elini tetikten çekmelidir.” açıklamasında bulundu.
Şimdi herkes koro halinde, “Bize silâh bıraktıramaz.” deyip “onursal başkan” statüsüne indirgeyerek İmralı’da unutulmaya mahkûm etmek istedikleri Öcalan’a sarılıyor. Yoğun operasyonlardan kurtulmak ve erken seçime giderken savaşan değil barışan taraf olduklarını göstermek için Öcalan’a ateşkes çağrısı yaptırmak istiyorlar. Bu bir nevi “biz batırdık, gel sen temizle” çağrısı olarak algılanmaya müsait.
Elbette HDP ve Kandil’den (geç de olsa) gelen çatışmasızlık çağrıları değerli. Ama rasyonel bakacak olursak, bir yandan bu çağrılar yapılır, bir yandan saldırılar sürerken, hükûmet ve Türk kamuoyu nezdinde fazla bir inandırıcılıkları yok. Kürt kamuoyunda da izlenen siyaseti sorgulamaların çoktan başladığını düşünüyorum.
Masaya dönüş için PKK’ye önerileri geçen hafta yazmıştım. HDP’ye naçizane önerim de ilk iş olarak, partinin ana Kürt gövdesine uymayan bu başı, Yüksekdağ ve Demirtaş’ı, ekibiyle beraber görevden almaları. Beyaz Türklerin, cemaatin, Aydın Doğan’ın ve kendi yapamadığı devrimi Kürtlere ihale etmek isteyen tarih dışı solun sazını çalmaktan çok daha acil ve önemli dertleri var Kürtlerin.
serbestiyet.com