“Barış istiyorsan yürüyeceğin yer Cizre değil Kandil’dir”
Yasin Aktay / Yeni Şafak
MHP'nin HDP ile giriştiği tehlikeli dansı yazmıştık. Bu dansın her iki tarafça hazırlığı önceden yapılmış bir dans olduğu anlaşılıyor. Aslında HDP diyorsak da bunu artık tamamen PKK diye anlamak hiç yanlış olmuyor. Çünkü HDP siyasal varlığını PKK'nın silahlı varlığına armağan etmiş bir parti.
7 Haziran seçimlerini karşımıza çıkardığı bir imkan olarak HDP'nin silah seçeneğini dışlayan, siyaseti ön plana çıkaracak ve böylece en radikalinden bile olsa her türlü fikrin parlamentoda ve diğer siyasi alanlarda ifade edilmesini, davalarının güdülmesini sağlayabilecek şekilde parlamentoya girişi, ne yazık ki tam tersi bir sonuç doğurdu. HDP siyasete inanmıyor ki siyasetin alanını genişletsin. HDP'nin şimdiye kadar bütün seçim kampanyalarını bizzat PKK, bütün silahlı güçleriyle yürütmüştü. O yüzden HDP'nin PKK'ya olan ağır borcundan dolayı kendini PKK'ya tavsiyelerde bulunabilecek bir mevkide görmesi zaten mümkün değildi.
Buna rağmen Cihangirli dostlar, Doğanlı medyalar demokrasi alışverişinde görsün diye mahcup mahcup PKK'ya yapılan “elleri namlulardan çekme” veya “silahları susturma” çağrıları anında Kandil tarafından had bildiren bir azar eşliğinde reddedildi. HDP'nin bu saatten sonra bir siyasi parti olmak için kendisinden beklenen bütün umutları boşa çıkarmış olması beklenirdi oysa bizim Cihangir sosyetesi ile Doğan medyası için ve bilhassa Nazlı Ilıcak için HDP'den umut kesilmez.
Yazık ki, bu umut HDP'nin eninde sonunda PKK'nın siyasal alanı yok eden ve şiddeti kutsayan cinayetlerine karşı bir duruş sergileyebileceği umudu değil. Umut hala HDP'nin arkasındaki silahlı örgütün de marifetleriyle Recep Tayyip Erdoğan'ı geriletebileceği ve seçimlerden mağlup çıkarabileceği umududur.
Umut fakirin ekmeği tabi. Hele HDPKK eliyle Erdoğan'ı düşürme umudundan doyasıya yesinler. Ama bu millete de yedirmeye kalkmasınlar.
Nazlı Ilıcak bir süredir bozuk plak gibi AK Parti'li çevrelerin çözüm süreci esnasında, çözüm sürecinin bir kazanımı olarak bu ülkenin insanları arasında gelişebilecek bir diyalog, bütünleşme ve kaynaşma ihtimali hatırına sarf edilmiş sözlerini neredeyse vatana ihanet gibi takdim edip duruyor. Bu sözlerin hangi bağlamda ve hangi şartlarda söylendiğini atlayarak tabi. Ancak bu çabasına rağmen bir yandan da çözüm sürecinin bitişini bir ihanet gibi takdim ediyor.
Fakirim karar versin artık. Çözüm süreci mi ihanetti, çözüm sürecinin bitirilişi mi? Çözüm sürecinin ve bu sürecin ruhuna uygun söylemler yanlış idiyse, bugün çözüm sürecinin bitirilmiş olması dolayısıyla zararın neresinden dönülmüşse kar saymalı değil mi?
Ama yok, Nazlı hanım çözüm sürecini zarar sayarken, çözüm sürecinin bitirilişini Sarayın bir savaşı olarak gösteriyor ve bir yandan da HDP'ye oy vereceğini tam da şehitlerin art arda geldiği, PKK'nın bu ülkeye en şiddetli ihanetiyle, alçaklığıyla saldırdığı bir dönemde söyleyebiliyor. Bunu yapan tek kişi o değil tabi. Benzer nitelikteki yazıları bir tür robot yazarlık performansıyla aynı anda tekrarlayan onlarca kişi var kendi medyalarında.
Bu bir cinnet hali. Erdoğan isminin kendisi, bazılarının aklını başından almaya yetiyor. Zira bu yapılanlar, bu söylenenler ne akıl kârı ne de bir nebze millet ve vatan endişesi taşıyan bir insanın yapabileceği şeyler.
Çözüm sürecinin iki polisin hunharca şehit edilmesiyle birlikte bitmiş olduğu doğru olsa da, ortalık güllük gülistanlıkken, PKK bütün sözlerinde durmuşken sadece iki polisin öldürülmesiyle bitmiş olduğu doğru değildir. İki polisin katledilişi bardağı taşıran son damla olmuştur. Zira artık ona da sabredilse Türkiye'de devlet otoritesinin tamamen sorgulanacağı bir aşamaya gelinmiştir. Çözüm süreci esnasında PKK'dan beklenen silahları terk etmesi ve silahlı unsurlarını yurtdışına çekmesiydi. Sürecin devam etmesi için en önemli önkoşul buydu. Oysa PKK silahlı unsurlarını çekmediği gibi her geçen gün silahlı unsurlarını daha fazla artıran bir faaliyet yolu izledi. Çözüm sürecinin hatırına bazı şeylere sabredilmiş olması göz yumulmuş olduğu anlamına gelemiyor. Çözüm sürecinin bir tabiatı vardı ve tam ikibuçuk yıl boyunca bu ülkede kan akmamış olması büyük bir kazanımdır. Aynı zamanda bu işin başka türlü de çözülebileceği ihtimalini, bu ülkenin genç insanların hayatlarına ve ana-babaların yüreklerine de saygı adına değerlendirmiş olmanın anlaşılmaz bir tarafı yoktur. Bu ihtimali değerlendirmiş olmak sadece hayata, barışa, kardeşliğe, Türkiye'nin birlik ve beraberliğine duyulan saygının bir ifadesi olarak her türlü takdiri hak ediyor.
Ancak PKK'nın bu süreci suiistimal etmesi zorunlu değildi. Ama suiistimal etmiş olduğu herkesçe iyi anlaşıldıktan sonra müdahale etmemek de bir devletin varlık nedenine aykırıdır.
HDP ise bu süreçte PKK'ya söz geçiremediği için anlayışla karşılanabileceği bir noktadan hızla uzaklaşıyor. Aksine PKK'nın HDP'ye çok kolay söz geçirdiği ve onu kendi programının istenen yerlerde kullanılabilecek araçları olarak gördüğü çok net anlaşılıyor. Zira nerede askerin PKK terörüne bir müdahalesi varsa Demirtaş bu müdahaleyi durdurmak, onun haklılığını tartışmalı hale getirmek için oraya yürüyor.
Sanırsınız ki gerçekten bir barış yürüyüşçüsü. Oysa Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun çok isabetle seslendiği gibi, “barışa bu kadar düşkünsen yürüyeceğin yer, Cizre veya Diyarbakır değil Kandil'dir”. Çünkü çözüm süreci boyunca hiç barışa inanmamış olduğunu, aksine bütün zamanı bir savaşa hazırlık için değerlendirmiş olduğunu bugün ortaya koyan Kandil'dir.