‘Barış’ Diye Diye, Barış Katledilirken, ‘Timsah Gözyaşları’

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

(secakirgil@yahoo.com)

Alman yazarlarından Berthold Brecht, ‘Bir yerde barıştan ne kadar çok bahsedilirse, savaşa o kadar hazır olunduğu anlaşılmalıdır.’ demişti..

*

En ölçüsüz metodları benimseyerek silahlı mücadele vermesiyle şöhret bulan PKK’nın siyasî platformdaki uzantısı olduğunu gizlemeyen ve 7 Haziran seçimleri sonunda, Meclis’de 80 m.vekiliyle temsil olunmak imkânı elde eden HDP içinde, geçmişte müslüman kimlikleriyle bilinen birkaç m.vekili var.

7 Haziran akşamı, S. Demirtaş’ın isimlerini açıkça zikredip, destekleri için teşekkür ettiği, gerçekte ise, güç duruma düşürdüğü ‘müslüman’  kimlikli bazı cemaatleri hatırlarsınız.

S. Demirtaş, O. Baydemir ve A. Türk gibi isimlerin bu müslüman kimlikli cemaatlerle hem de birden fazla görüşmeler yaptıkları ve 'İsimlerinizi bildirin, aday gösterelim..’ dedikleri anlaşılıyordu.

Eleştirilen de bu değildi. Önceden halk kitlelerine yıllarca ters istikamette mesajlar verip, sonra bu noktaya gelinmesi, çeşitli korkularla şeffaflıktan kaçınılmış olmasıydı.

Bazıları da, o hareketin içine girip, inisiyatif elde etme durumunun doğabileceği ihtimalini dile getiriyorlardı.. ‘Elini veren, kolunu kaptırır’ ihtimalini gözönünde bulundurmadan..

Bunun olup olmayacağının en çarpıcı örneği, herhâlde Altan Tan olsa gerek..

Ayrıca, 20 yıl öncelerdeki  ‘Başörtüsü yasağı’ günlerinde müslüman hanımların mücadele bayrağını yükselten isimlerden Hüda Kaya da bugün HDP saflarında, m.vekili..

Geçmişte, Mazlumder’in Gn. Başkanlığı’nı da yapan ve 10 yıl öncelerde Köln’de bir gün boyu uzuun sohbetler yaptığımız Ayhan Bilgen ise, şimdi, sadece m.vekili değil, ‘HDP’nin sözcüsü’  de.. Bir-iki m.vekili daha var.. Bazılarının eşleri biliniyor, mütedeyyin camiadan..

Bu isimler, kemalist-laik-türkçü ideolojinin kürdçü versiyonu olan o hareketin içinde eski kimlikleriyle ne kadar etkili olabilirler, merak konusu..

Ancak, Altan Tan, geçenlerde bir tv. kanalına verdiği mülâkatta, ‘Ne ateistler ve marksistler müslüman oldu; ne de müslümanlar ateist veya marksist.. Sadece ortada verilmekte olan bir hak mücadelesi var, onun içinde yer alınmış bulunuluyor, hepsi bu..’ demişti..

Bugün bu yapılanların, hangi tür bir hak mücadelesi olduğunu Altan Bey acaba kendi vicdanına sorguluyor mu, dersiniz?

Ayhan Bilgen’in de geçen gün bir haberi düzeltmesi vardı, HDP sözcüsü olarak..  PKK’ya kumanya götüren bir kamyondan HDP’li bir kadın m.vekilinin çıktığı haberi üzerine yapıyordu, açıklamayı.. ‘Bizler, Barış Çadırı’ndaki etkinliklere katılmak üzere birçok arkadaşla birlikte oradalara gidiyoruz, elbette elimiz boş gitmememiz gerekiyor. Çünkü bunlar kendi ihtiyaçlarımız da.. Bugün içinde bulunulan şartlarda bunun çarpıtılması ne kadar dürüst bir tavırdır’  kabilinden açıklamıştı, o durumu.. Mâkul konuşmalarıyla bilinen Bilgen, herhâlde, muhatablarını zekâ testine tâbi tutmuyordu. Eğer dürüstlük ise, o haberde de başka bir iddia sözkonusu değildi esasen..

Ama, o ‘Barış Çadırı’nda nasıl barış planları yapıldığı, uygulamalardan da anlaşılmıyor mu?

O arkadaşlar, ya dünkü kimlikleriyle, ya bugünkü hâlleriyle birilerini esaslı yanıltıyorlardır. Oralarda kendilerini bir vicdan muhasebesine çekecekler midir? Yoksa, olan bitenler karşısında, PKK’nın dağ kadrosundaki elemanları ve eş bakanları gibi, -lokması büyüdükçe, gözlerinden daha fazla yaşlar boşanan timsahlar misali-, timsah gözyaşları mı akıtacaklardır? Ya da, dün aralarında bulunduklarının izah etmekte zorlandıkları bu yeni konumları, yarınlarda da bugünkü arkadaşlarını mı şaşırtacaktır?

*

Star

-----------------------------------------------------------------------------------------------

 

'Biji Âşiti! / Yaşasın Barış' Diye Diye Kan ve Akıl Tutulması 

 

Bir prof. hocamız var, geçmişte muhafazakâr kimlikliydi.. Şimdi o eski kimliğine en aykırı kutupta bulunan bir gazetenin ‘etik kurulu’nda imiş..

1974-Kıbrıs Çıkarması yapıldığı günleri anlatırken, kendisinin de o zamanki konumu icabı, Genelkurmay’a çağrıldığını ve yapılacak o harekât’a Atilla Operasyonu adı verilmesinin düşünüldüğünü; ama, bu ismin Avrupalıları 1000 yıl öncelerdeki sosyal hafızalarındaki yeri itibariyle korkutabileceği düşünülerek, Barış Harekâtı adı verilmesinde karar kılındığını belirtmiş ve kahkahayı basmıştı. ‘Tank-topla, Barış Harekâtı.. Hah hahhh haaaa!..’

*

Geçen gün, bir İst.- Bayezid Meydanı civarındaki bir mekânda, bazı eski arkadaşlarla karşılaşmamızda, ister istemez, içinde bulunulan sosyal durum da konuşuldu. Arkadaşların bir kısmı, kendilerine âdeta ezberletilmişcesine, aynı şeyi tekrarlıyorlardı..

‘Barış..'

Barış.. Biji Âşiti... / Yaşasın Barış..

Bakınız, devamlı ‘barış’ diyoruz.. Barıştan bizim kadar söz eden başkası var mı?

Evet, gerçekten de yok.. ‘Aman istemeyiz, bu tip barış sizde kalsın..’ diyecek oluyorsunuz.  Çünkü, muhatabı aptal yerine koyan bir söylemle dillendiriliyor bu barış isteği..

Bu sözlerin asıl sahibinin bugünlerde özellikle de S. Demirtaş olduğunu hatırlayabilirsiniz..

O, her konuşmasında barıştan öyle bir söz ediyor ki, bazılarını analarından doğduklarına pişman etmek haklarının olduğunu da belirterek!.

Böyle barış, düşman başına..

Daha dün sabah, Diyarbekir-Yenişehir’de bir restoranda sabah çorbalarını içmekte olan polislerin üzerine uzun namlulu silahlarıyla mermiler boşaltanlar da hep aynı lafı söylemiyorlar mı? ‘Biji Apo, Biji Serokh.. Biji Âşitî..’

Yahu, hiç mi duymadınız; düşmanın da olsa, insanı uykuda öldürmek mertlik değildir. Aynı şekilde, yemek yemekte olan veya su içen insanları öldürmek de.. ‘Su içene yılan bile dokunmaz..’ diye boşa dememişlerdir.

Ama, birilerinin ahlâk diye; insanî yüksek ortak değerler diye bir ölçüleri yoksa, n’aparsınız?

Sadece kendi kavimleri adına birtakım ‘kutsal’lar türetmişler, onu yüceltip duruyorlar.

Tersinden, başkalarının kendi kavimlerini yüceltmelerinde olduğu gibi.. 1930’ların kemalist Türkiyesinin türkçü sapkınlıkları da böyleydi..  

Hele bir de, kendi kavminden olmadığı hâlde, başka bir kavmin üstünlüğüne övgülerin düzüldüğü sözler..

*

Bu konuda bir örnek olarak, fotoğrafı Türkiye’nin resmî bayrağının bir köşesine yerleştirilmiş Said Nursî’den, ‘Mektubât’ isimli eserinden, ‘Üç Nokta’ denilen kısımdan sadeleştirilerek aktarılan bir söz..

(Hayy, dilinizi eşek arısı sokmasın diyeceği geliyor insanın.. Nursî’nin sözlerini sadeleştirmek adına, öylesine değiştirip başkalaştırmışlar ki..

‘Üç Nükte’ nerede, ‘Üç Nokta..’ nerede..

Nükte’den maksad, hikmetli söz..

Nokta ise.. Bildiğimiz bir noktalama işareti..)

Nursî’den aktarılan söz de sadeleştirmek adına, nasıl da  tuhaf bir hâle bürünmüş..

Demiş ki, Saîd Nursî, (sadeleştirme yanlışlarıyla birlikte aynen aktarıyorum): ‘Rahmet-i ilahiyeden ümit kesilmez..Çünkü Cenab-ı Hak bin seneden beri Kur’anın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ‘ordusunu’ ve muazzam ‘cemaatini’ muvakkat ârızalarla inşâallah perişan etmez.. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.. Kılıncını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurdurur. Kur’ana hizmetkâr eder, ağlayan Âlem-i İslamı güldürür..’

Bu sözün aslı neydi, bilmiyorum.. Ama, sanıyorum ki, 1925’lerde Diyarbekir yöresindeki ‘Şeyh Said Harekâtı’ sırasında da, Saîd Nursî’nin Şeyh Said’e yazdığı söylenen bir mektubdaki ifadeleri hatırlatıyor gibi.. ‘Bin yıldan fazla zamandır, İslam’ın hâdimi olan bu millete kılıç çekilmesi, haramdır.’  gibi sözler vardı, o mektubda.. (Bu sözün ona aidiyetini  yalanlayan  ve doğrulayanlar da oldu, çarpıtmalar olduğunu iddia edenler de; ayrı konu..)  

*

Bu metni telefonla gönderen kardeşe, aktardığı sözün, bugünkü şartlara uygun düşmesi açısından, ilk planda gönle hoş gelse bile, özünde bir kavmiyetçi düşünceyi takviye yansıtması açısından, yanlış kullanmaya müsaid olduğunun unutulmaması lâzım geldiğini de söylüyorum, kabul ediyor.

Biz hiçbir kavmi alçaltmadan veya yüceltmeden, müslüman olarak düşünmek zorundayız ve mesajımızı inancımızın temel ölçülerine göre vermek zorundayız.. Çünkü bizim için aslolan, insanların  sınıflandırılmasında etnik kökler veya diller renkler değil, yüksek insanî  değerlerdir.

Unutmayalım, geçmişte, ‘Hz. Peygamber (S) arab olduğu için, arabı sevmek lâzımdır..’  gibi sözler söyleyen ve hattâ kendileri arab kavminden de olmayan mütefekkirler görmüştük.. Bu gibi sözler, arab kavmiyetçilerini nasıl da mest ederdi.. Öylelerinden birisine, bir gün, merhûm Muhammed İqbâl’in, ‘Peygamber arab olduğu için, arabı üstün zannedenler, İslam’ın özünü anlamamışlardır..’  şeklindeki bir sözünü hatırlatmıştım , 40 yıl öncelerde..

Almanya-Solingen’den Süleyman Kocaman kardeşim, -ki, etnik açıdan, tıpkı benim kürd olmayışım gibi, o da türk kavminden olmadığı hâlde-, Mehmed Âkif’in o güzel mısralarını paylaşmış dün, dostlarıyla..

‘Artık ey millet-i merhûme, sabah oldu uyan!.

Sana az geldi ezanlar diye, ötsün mü bu çan?

Ne kürdlük, ne de türklük kalacak aç gözünü!

Dinle Peygamber-i Zîşân’ın ilahî sözünü..

 

Veriniz başbaşa, zîrâ, sonu hüsran-ı mubîn..

Ne hükûmet kalıyor ortada, billahi, ne dîn!

‘Medeniyet’ size çoktan beridir diş biliyor;

Evvelâ parçalamak,  sonra da yutmak diliyor..

 

Ne bu şurîde (perişan) siyaset, ne bu fâsid dâva?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz..

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Bunu benden duyunuz., -ben ki arnavudum-,

Başka bir şey diyemem.. İşte perişan yurdum!’

*

Bu sözlerden anlayacak beyin kalmamış gibi bazılarında..

Devamlı ’barış-barış’ diyorlar da, ellerinde silah.. Bombalarına, silahlarına, tehdidlerine boyun eğilme olursa, barış gelecekmiş.. Yani, Pax Romana.. (Roma Usûlü Barış.. 'Teslim ol, barış olsun..’)

Böylelerinden birisine rastladım geçen gün.. Bir kitabevinde..

30-35 yaşlarında..

Nasıl da kürdçü.. Bereket ki, din’i dışlamış birisi.. ‘Artık dinin etkisi yok, kürd halkını kandıramıyacaklar !’ diyor..  Bir de İslam’dan ve dinden söz edecek olsaydı, daha bir kahredici olurdu.. Aklı-fikri, sadece  ‘kürd’ kelimesine ayarlanmış.. ‘Fenâ fi’l kürd’  olmuş âdetâ.. Gözü başka hiçbir insanı görmüyor.. Ve türk etnisitesinden olanların hepsini, MHP’li ve türkçü zannetmek gibi bir yanlışın cenderesinde.. Kürd etnisitesinden olan herkesi de kendi siyasî partilerinin tapulu malı gibi görüyor.. Tıpkı, bir zamanların türkçüleri gibi.. Ki, sanırım,  o derecede türkçülük, artık türkçüler arasında bile kalmadı.

Silahlı mücadeleden yana nasıl da ateşli bir tarafdar, anlatılması zor.. ‘Geç bile kaldı bu silahlı mücadele, 1930’larda, 60’larda ve 80’lerde olmalıydı.. Kürdler uyandı,  yüzde 80’i bizim partiye veriyorlar artık..’ diyor..

’Siz silahtan bahsederseniz, başkası da silahı eline aldığında feryad etmeyin!’ diyorsunuz, ama, o, ‘Barış, silahla sağlanacak.’  diyor. Bu kadar savaş delisi.. Ama, İstanbul’da yaşayarak, bu, daha bir çılgın istek olabiliyor. Kandan beslenmeyi bir zevk hâline getirmiş..

 ‘Barıştan sadece biz söz ediyoruz..’ diyen Demirtaş da biliyor bunları elbette.. Ama, bilmezlikten gelmesi lâzım..

*

Son yüzyılda, bu ülkede,  insana etnik köklerine göre bakmamak açısından belki de en dikkatli olan bir ismi, Tayyîb Erdoğan’ı ise kürd düşmanı sayıyor, ısrarla...

Üç dönem başbakanlık yaptığı hâlde kürdler için hiçbir şey yapmadığını’  iddia  ettiği Necmeddin Erbakan’a da verip veriştiriyor.. Onun sadece -bölücülük yaptığı gerekçesiyle yargılanıp mahkum olduğu- gerçekte ise, milletin bütünlüğüne giden yolu gösteren- 1992’deki Bingöl konuşmasını örnek gösteriyorum..  ‘Ayrıca.. Üç dönem başbakanlık yapmadı, sadece 1996-97’de 11 ay başbakanlık yaptı, askerî darbeyle indirdiler..’ diyorum..  Ama muhatabım, bu bilgiyi de reddediyor.. Bir de akademisyen havasında konuşuyor..

O kadar yüksek ve derin bilgi sahibi ki, inatla, ‘Hayır, Erbakan, üç dönem başbakanlık yaptı’ diye ısrar ediyor.. Ve hele, bir de muhatabına, ‘Ben okuyorum ve biliyorum, sen de öğren de  öyle gel..’ demesi, yok mu!.  ‘Ermenilerin ve Rumların koğulması gibi kürdleri de kovacaklardı. ‘ gibi acaib boş ve kendince derin tarihî tahliller yapıyor..  Böyle yüksek ve derin bilgili kimselerle konuşmak da bu sıcak havada daha bir çekilmiyor..

Kendisini belli bir yere demir kazıkla öylesine bağlamış ki, zencirinin çözülüp biraz insanca konuşulması neredeyse imkânsız..

Kim tarafından dayatılırsa dayatılsın; adâlete dayanmayan barışı kim isterse, başına çalsın!..

*

Cumhuriyet yazarı Can Dündar’a:  Gazeteniz yazarı Özgür Mumcu’nun hakkımda ve hiçbir gerçek bilgiye dayanmayan iddialarla dolu yazısına değinip; onun yazmadığını da eklemek gereği duymuş ve 'Özgür, Star’ın yeni köşe yazarının biyografisinde Uğur Mumcu cinayetinden sonra yurtdışına kaçtığının ve tutuksuz yargılandığının yazmamasına dikkat çekmiş.’ iddiasında bulunmuşsunuz, 6 Eylûl tarihli yazınızda.. Halbuki, onun yazısında öyle bir iddia da yok..

Bir daha tekrar edeyim ki, hakkımda -daha önce de mahkum olup 1977-78’lerde hapis yattığım- 163. maddeye aykırılık gerekçesiyle açılan 30 kadar dâva üzerine, 12 Eylûl Askerî Darbesi üzerine ülkeyi 1980 sonlarında terk etmek zorunda kaldım ve aradan 35 yıl sonra geri dönebildim..

Benimle ilgili bir yazı içinde kullandığınız başka ifadeler de sizin seviyenize çok uygun olsa gerek.. Yazık..

Yazısına atıfta bulunduğunuz yazarınız olan kişi de, cevabî yazıma karşı, tek bir cümle bile yazmadı.. Yanlış ve hatadan dönmek gibi bir geleneğinizin olmadığı anlaşılıyor.

İnsan hak ve haysiyetine saygı ve dürüstlükten anlaşılan da o cenahta, bu olsa gerek..

 *

Diriliş Postası