Hasan’ın “zehirli et imha tesisini” gördünüz mü?
Burger King’in 12 ton zehirli etini “imha” etsin diye bu “tesise” vermişler.
Hasan, ne daha önce, ne daha sonra hayatında hiç “zehirli et imha” anlaşması yapmamış kimseyle.
Zaten yapamaz da çünkü onun “zehirli et imha edecek” herhangi bir tesisi ve imkânı yok.
Nasıl olduysa, onu bulmuşlar, “al bu eti sen imha et” demişler.
O da, “zehirli etleri imha projesi” olarak o etleri “köpeklere verdiğini” söylüyor.
Köpeklerin o kadar “zehirli et” yiyemeyeceği ise ayrı bir raporda belirtiliyor.
Ayrıca, köpeklere zehirli et vermek de yasalara aykırı.
Anlayacağınız, o “zehirli etler” kayıp.
Allah bilir, nereye, nasıl gitti, akıbeti ne oldu o etlerin?
Tarım Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun o etlerin peşine ciddiyetle düşüp o etleri bulması gerekirdi ama işi pek ciddi tutmadıkları anlaşılıyor.
Aramızdan birilerinin o etleri yemiş olması, bu nedenle bazı hamile kadınların çocuklarını düşürmüş olması da kuvvetle muhtemel.
Tarım Bakanlığı’nın, böyle bir rezaletin bir daha tekrarlanmaması için ne tür önlemler aldığını derhal açıklaması lazım yoksa biz daha çok zehirli et yeriz.
Konya’da da, kırık kemikleri tedavi etmek için konulan “platin çubukları” tornacıda yaptırmışlar.
“Sağlıklı platin çubuk koyuyoruz” diye insanların vücutlarına “tornacıda çekilmiş” demir parçaları sokuşturmuşlar.
Hasan’ın tesisinde “zehirli et imhası”, tornacıda platin çubuk imalatı.
Bu ülkede halka nasıl davranıldığının küçük iki örneği.
Ne iktidarın, ne de muhalefetin umurunda halk sağlığı.
Onlar halktır, onlara istediğinizi yapabilirsiniz.
Taraf olmasaydı, 12 ton zehirli etin ortadan kaybolduğunu kimse bilmeyecekti.
Aslında normal olarak, gazetelerin, siyasetçilerin bu işlerle ilgilenmesi, insanların sağlıklı bir yaşam sürmesini garanti altına alması gerekir.
Ama biz öylesine gergin ve kanlı bir ortamda yaşıyoruz ki başımızı çevirip bu olaylara bakamıyoruz.
Çünkü bu ülkede, her türlü yolsuzluğun, arsızlığın önünü kapatan ve onların konuşulmasına pek imkân vermeden gündemi kaplayan bir savaş var.
Yıllarca Kürtleri inkâr etmenin, Kürtlere haklarını vermemenin sonucunda binlerce insan öldü.
Ama şimdi umutlu bazı gelişmeler oluyor.
Referandum kampanyası sırasında Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın “Öcalan’la devletin görüşebileceğini” söylemesi, CHP Başkanı Kılıçdaroğlu’nun da bu görüşe destek vermesi, zaten alttan alta süren görüşmeleri meşru bir zemine oturttu.
Kampanyası sırasında “devletin Öcalan’la görüşebileceğini” söyleyen Başbakan’ın yüzde elli sekizlik bir kitlenin desteğini alması, bir anlamda bu barış görüşmelerinin halk tarafından kabulü anlamına da geliyor.
İnsanlar bu savaş bitsin istiyorlar.
Ekonomisini büyüten, zenginleşen Türkiye’de “Kürtlerin kimlik sorununu, anadil taleplerini” çözebilirsek, insanlar bu zenginlikten ortak pay alacaklar, en azından mücadele bu zenginliğin adaletli bir şekilde paylaşılması için yapılacak.
Bu da zaten “normal” bir ülkede olması gereken bir çatışma, demokrasinin temeli.
Barışa çok yaklaştığımıza dair umutlu işaretler var.
Devletin neredeyse bütün birimleri üst düzey yöneticileriyle İmralı’ya gidip Öcalan’la “barışı” görüşüyorlar.
Bu aşamada “barışın önünü kesmek” isteyenler çıkacaktır.
Hem devletin içinden hem de PKK’nın içinden birilerinin görüşmeleri “engellemek” isteyebileceğini Apo çok öfkeli bir şekilde söyleyerek, iki taraftan da gelebilecek provokasyonlara karşı taraftarlarını uyardı.
Biz “iki taraftan” da barış düşmanlarının ortak operasyonlar yapabileceğini Dörtyol’da gördük.
Ama bu aşamada böyle bir provokasyona kalkışanı sanırım ne Kürtler ne de Türkler affedecek, bu sefer böyle bir kışkırtmanın cezası ağır olacak.
Barış, kuvvetli bir ihtimal şimdi.
Savaşın bittiği, Kürtlerin haklarının kabul edildiği bir Türkiye düşünsenize.
Nasıl mutlu bir ülke oluruz.
Öyle bir ülkede sadece çocuklarımızın dağlarda ölmesini engellemez, Hasan’ın “zehirli et imha projesinden”, hastalara “tornada” çekilmiş demir parçaları yerleştirilmesinden de kurtuluruz.
Böyle bir ülkenin hayali bile sevindiriyor beni.
Sizi sevindirmiyor mu?
TARAF