Bardağın boş tarafı, dolu tarafı

Hilal Kaplan

Başbakan Erdoğan'ın ABD ziyaretinde, özelikle Reyhanlı faciasının ardından, Suriye konusunda ne konuşulduğu esas merak konusuydu. Basın toplantısından çıkan sonuçlar şöyle özetlenebilir:

ABD, Suriye'ye direkt bir askerî müdahalede bulunmak istemiyor. Hem Irak'ta siyaseti dizayn etme çalışmalarının fiyaskoyla sonuçlanması hem de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar, böylesi bir yükü almak istemelerine engel. Libya'da olduğu gibi ABD'nin maddî çıkarını yakından ilgilendiren bir mesele de yok. Üstelik katliamlar sürdükçe, muhaliflerin ilk neden ayaklandığının unutulacağı ve İslâm dünyasının bir mezhep savaşına yönelmesi ve dolayısıyla 'birbirini yemesi' de ABD'yi çok rahatsız eden bir durum değil. Suriye'nin bölünmesini gerektirecek kadar da yumurta kapıya dayanmış değil. O yüzden Başkan Obama, 'sihirli formülümüz yok' diyerek işi yokuşa sürmeyi tercih ediyor. Oysa sihirli formül belli: Uçuşa kapalı hava sahası uygularsın ve/veya muhaliflere de ağır silah desteği verirsin. Türkiye hükümeti bu hususta eli boş dönmüş görünüyor. ABD, özellikle Rusya ikna edilmeden parmağını oynatmayacak.

Bardağın dolu yanıysa, Obama'nın çok net biçimde 'Esed'siz çözüm'ün altını çizmesiydi. Nitekim Suriye muhalefetinin ve Türkiye gibi muhalefete açıktan destek veren ülkelerin de kırmızı çizgisi buydu. Esed'i dışarda bırakan ama Baas kadrolarından eli nispeten daha temiz kalmış olanları içleyen bir ara geçiş süreci üzerinde mutabık kalınmış olmalı.

Bunun hükümet için bir geri adım olduğunu iddia edenler, geçtiğimiz sene Ekim ayında, Davutoğlu'nun, Esed'in başkan yardımcısı Faruk Şara'yı geçiş hükümetinin başkanı olarak önerdiğini ya unutuyorlar ya da unutturmak istiyorlar. Şu sözler Davutoğlu'na aittir: 'Esed'ın temsilcileri şeklinde değil, devletin, sistemin temsilcileri, ya da, yani şu anki diyelim, bazı eli kana bulaşmamış olan. Riyad Hicab kalmış olsaydı olurdu, Faruk Şara olabilir. Muhalefet de bu isimleri kabule yatkın. Beşar Esed ailesinin Suriye'deki son 20-30 yıl içinde sistemi anlama, yönetme kabiliyeti kadar da Faruk Şara'nın var. Ama Faruk Şara gayet akıllı ve vicdanlı bir tutumla bu son olaylarda, katliamların içinde yer almadı. Ama sistemi herhalde Faruk Şara'dan daha iyi bilen yok.'

Peki, 'II. Cenevre Konferansı'nda ne olacak?

Rusya'ya Güney Akdeniz'deki çıkarlarına halel gelmeyeceği noktasında güvence verilerek iknasına çalışılacak. Libya'da yaşadığı hayal kırıklığından sonra zor ama mümkün.

Amerika'ya, silah yardımı yapması halinde, bunların Nusra Cephesi gibi uygulamalarıyla Suriye muhalefetini de iyiden iyiye rahatsız eden  'radikal' grupların eline geçmeyeceği hususunda güvence verilecek. Ancak ABD, bu gruplar tasfiye edilmeden ikna olacağa benzemiyor. Belki bu hususta 'yardım' bile istenebilir.

Ve Suriye muhalefeti, olabildiğince İhvan etkisinden sıyırılmaya çalışılacak. 'Az Müslüman, çok seküler' etkinin hissedildiği bir oluşum 'üretilmeye' çabalanacak. Sanırım bu tencere-kapak uyuşmazlığını, muhalifler halkın menfaati adına katlanılması gereken bir merhale olarak göreceklerdir. Şahsî kanaatim görmelilerdir. Maya sağlam olduğu müddetçe, yoğurt kesilmez nasıl olsa.

Tabii Esed'in adamlarının eli de armut toplamayacak. Sahada hâlen hakim oldukları alanlardan aldıkları gücü masada kullanacaklar. Muhalefetin eksik ve yanlışlarını köpürtüp Esed'siz bir çözümün neden mümkün olmadığını, iyi sonuçlar doğuramayacağını anlatıp, 2014 seçimlerinde Esed'in şartsız koşulsuz aday olması için uğraşacaklar.

Yani görmek isteyenler için bardak yarı dolu, yarı boş. Katar Başbakanı'nın dediği gibi, neticede dünya konferanstan konferansa koşarken, Suriye'deki katliamlara her gün bir yenisi daha ekleniyor. Asla dolmayacak olan kısımsa bu olsa gerek.

YENİ ŞAFAK