Banyas’taki Katliamların Amacı

Ahmet Varol

Bu konu daha önce de değişik vesilelerle gündeme getirilmiş, tartışılmıştı. Yani Baas diktasının Suriye’nin genelinde kontrolü yeniden ele alma ümidini kaybetmesi durumunda Nusayrilerin büyük çoğunluğunun toplandığı kıyı bölgesinde Lazkiye merkezli ayrı bir devlet kurmaya kalkışması ihtimali. Ancak bu bölgede sadece Nusayriler oturmuyor. Özellikle Türkmenler, Nusayrilerin yanında önemli bir yoğunluk oluşturuyorlar. Lazkiye’nin merkezinde Nusayriler kalabalık olsa da taşrada ve kırsal alanda çok sayıda Türkmen yaşıyor.

Bundan aylar önce katıldığım bir uluslararası toplantıda bu konu gündeme gelmişti. Toplantıya katılan ve bölgedeki Türkmenlerin siyasi teşkilatlarının ileri gelenlerinden bir zat Baas diktasının kendi bölgelerine konuşlanmasına razı olmayacaklarını, ne pahasına olursa olsun karşı çıkacaklarını söylemişti. Bunu tabii “hepsini tutamazsan, hepsini de bırakma” anlayışıyla hareket ederek ülkenin en azından bir kısmı üzerinde kontrolü sürdürmek için farklı bir yapılanmaya başvurma planı kurdukları tahmin edilen güçler de biliyordu. Dolayısıyla önlerine çıkabilecek dikenleri önceden tasfiye etme yoluna gidiyor olmaları muhtemeldir.

Şimdi Banyas bölgesinde korkunç katliamlar gerçekleştirilmesi üzerine dikkatler yeniden bu konu üzerine çekilmeye başlandı. Bölgede etnik tasfiye için resmî ordudan ayrı geniş çaplı bir çete gücü oluşturulduğu ve katliamların da genellikle bu çeteye mensup gerillalar tarafından gerçekleştirildiği bildiriliyor. Yine bölgeden gelen haberlere göre bu çete güçlerinin içinde Türkiye’den götürülen milisler de var. Hatta son günlerde gerçekleştirilen saldırılarda ve katliamlarda söz konusu milislerin önemli payının olduğu söyleniyor.

Bölgedeki korkunç katliamlarla eş zamanlı olarak Suriye’nin internet bağlantılarının büyük ölçüde koparılıp dünyayla irtibatının kesilmeye çalışılması düşündürücüdür. O yüzden katliamların zamanında ve bütün dehşetiyle dünya kamuoyuna aktarılmasının zorlaştığı anlaşılıyor. Ancak katliam bölgelerinden kaçmayı başarabilenlerin çektiği amatör görüntüler de sergilenen vahşetin ve gerçekleştirilen katliamların ne kadar büyük boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor.

Bununla birlikte kesin ve net bilgiler alınamadığından gerçekleştirilen korkunç katliamların ve sergilenen vahşetin boyutlarını henüz tam öğrenebilmiş değiliz. Örneğin bölgedeki geniş çaplı etnik tasfiye saldırısının ilk hedefi olarak seçilen Banyas’ın el-Beyda köyünden ilk gün gelen haberlerde 60-70 civarında insanın katledildiği söyleniyordu. Sonra iki gün içinde en az iki yüz kişinin öldürüldüğü, üstelik bazı kadınların ve çocukların çok vahşi bir şekilde bıçaklandıkları, ardından da bıçak izlerinin imha edilmesi amacıyla cesetlerinin yakıldığı haberleri geldiği gibi yakılan cesetlerin görüntüleri de dünya kamuoyunun dikkatlerine sunuldu. Şimdi öldürülen insan sayısıyla ilgili farklı rakamlar veriliyor. Bazı kaynaklarda yedi yüz insanın öldürüldüğü ifade edilirken, olaylara şahit olanların tanıklıklarına dayanarak en az iki bin kişinin öldürülmüş olması ihtimalinden söz edenler de var. Çünkü köy içindeki baskın yerlerinde öldürülenlerin yanı sıra, cesetleri kırsal alanda tarlalara atılmış kimseler de olduğu ve onların da görüntülerinin bölgeden kaçmayı başarabilenler tarafından kayıt altına alındığı olayları yakından izleyenlerin verdiği bilgilerde dile getiriliyor.

Beyda katliamından sonra ara vermeden bölgedeki diğer köyleri hedef alan saldırılar ve katliamlar gerçekleştirildi. Şimdilik bu saldırı ve katliamların boyutlarını kesin bilgilerle tespit etme imkânımız olmasa da ortada gerçekten korkunç boyutlarda ve geniş kapsamlı bir katliam ve etnik tasfiye olduğu gerçeği var.

Bütün bu katliamlar, tehdit ve tehcir politikaları siyonist işgalcilerin 1948’de Filistin topraklarında bir işgal devleti kurarken oranın yerli halkını vatanlarını terke zorlamak için başvurdukları uygulamalara çok benziyor. Filistinlilerin Nekbe yani “Büyük Felaket” adını verdiği bu olayın yıl dönümünü de 14 Mayıs tarihinde idrak edeceğiz. Bu vesileyle başkalarını katlederek veya göçe zorlayarak kendine yer açma politikasının 1948’de Filistin’de sergilenen örneğini bir kez daha gündeme getirmekte yarar var.

YENİ AKİT