‘Bana solcular adam öldürdü dedirtemezsiniz’

Yıldıray Oğur

Bazen komplo teorileri gerçekten daha inandırıcı ve işlevseldir. Ve bazen bu o kadar ileri gider ki komplo teorisi gerçeğin yerine geçer, hakikati söylemek de komploculuk ilan edilir.

Halil Berktay, 35 yıllık bir tabunun örtüsünü kaldırdı, suskunluk anlaşmasını bozdu. İlk kez yapmıyor bunu. Bundan 10 yıl kadar önce Neşe Düzel’e verdiği Ermeni Soykırımı’nın üzerindeki örtüyü kaldıran röportajdan sonra ne deniyorsa aynısı deniyor onun için. Tek fark “hain”, “satılmış”, “ajan” sesleri bu kez soldan soldan geliyor.

O zaman milliyetçiler “Bizim dedelerimiz bunu yapamaz” demişti, şimdi solcular “Bizimkiler bunu yapamaz” diyor. O zaman “Halil Berktay Sabancı Üniversitesi’nde çalışmasın” diye Sabancı ürünlerini boykot kampanyası yapılıyordu, şimdi Halil Berktay bundan sonra Taraf’ta bile yazmamalı” diye yapılıyor. İkinci cümleyi dün Twitter’a yazanın ülkenin en ünlü edebiyat eleştirmenlerinden biri olması kadar bir fark var arada.

Gün boyu Berktay’a “ispatla o zaman bunu” diye yüklenildi. Komplonun gerçeğin yerine geçmesi tam bu olsa gerek.

1 Mayıs 1977’yle ilgili dönemin herhangi bir gazetesinin arşivine giren, ilk üç gün boyunca bugün gerçek zannedilen komplo teorileri hakkında tek söz okuyamaz.

Her şeyin konuşması sırasında başladığı DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler bile katliam için ilk açıklamasında “Saldırgan faşist ve Maocular CIA emrinde” demişti. TİP’in lideri Behice Boran’ın ilk açıklaması ise “Maocu goşist gruplar işçi sınıfının dışındadır” olmuştu.

Bir satır bile bahsetmediklerine göre herhalde onlar da bu komplonun içinde kabul edilmeli.

Kanlı 1 Mayıs’la ilgili bütün komplo teorilerini manasız bırakan gerçek, ölen 34 kişiden sadece üçünün (bir rivayet beşi) kurşun yarası yüzünden hayatını kaybetmesi. Geri kalanların ölüm nedeni izdihamdı. Eğer gizli güçler, devlet ya da CIA kalabalığın üzerine iddia edildiği gibi Intercontinental otelinden ve Sular İdaresi’nin üstünden ateş açacak kadar açıktan bir katliama girişmiş olsaydı bu sayının bu kadarla sınırlı kalmaması beklenirdi.

Ayrıca tümüyle silahlı olan, silaha inanan, daha miting hazırlıkları sırasında bile afiş kavgasından birbirini öldüren o günün sol örgütlerine kefil olmak, “bana solcular adam öldürdü dedirtemezsiniz” demek de insanı tarih önünde Demirel gülünçlüğüne düşürür. Hem de bugün bile solun bir kısmı hâlâ silahlı iken, 1 Mayıs meydanına taburlar halinde girerken.

Peki, gerçek zannedilen ya da gerçek olması daha çok işe gelen bu iki iddianın kaynağı neydi?

Intercontinental’den ateş açıldığını ilk olarak olaydan üç gün sonra basın açıklaması düzenleyen Aydınlık dergisinin başındaki Doğan Yurdakul dillendirdi. Intercontinental’in bir katında polisin görevlendirildiği daha sonra ortaya çıktı. Ama o ortaya çıkan belgelerde de oradan ateş açıldığıyla ilgili en ufak bir emareye rastlanılamadı. Kırık camlar, kaçan CIA ajanları teorileri şehir efsanesinin ötesine geçmedi.

İkinci iddia kalabalığa şimdi yerinde müze ve fıskiye olan Taksim Meydanı’ndaki Sular İdaresi binasının çatısından ateş açıldığıydı. Bu iddianın diğerine göre daha güçlü bir delili vardı. O gün çekilmiş Sular İdaresi binasının çatısında ellerindeki thompson’larla dolaşan sivil polislerin video görüntüleri.

Dün o dört beş saniyelik ünlü kaydı çeken yönetmen İshak Işıtan’la telefonda konuştum.

İshak Bey, çektiği belgeselleri dünya festivallerinde gösterilen ünlü bir yönetmen. 80 darbesinden birkaç hafta önce Türkiye’yi terk etmiş. 35 yıldır Kanada’da yaşıyor.

70’lerde Yılmaz Güney’in de katkı verdiği Halkın Sinema Grubu adlı sinema kolektifini kuran İshak Bey, 1 Mayıs 1977 günkü mitingi sabah 07:05’ten itibaren kamerasıyla kayda alan tek isim. Çekim için Intercontinental’de rezervasyon yaptırmış ama güvenlik yüzünden içeri girememiş. Ama işini şansa bırakmamış ve meydanı görebileceği binalardan anahtarlar bulup Kanadalı eşi ve uzun objektifli kamerasıyla birlikte sabahın erken saatinde Meydan’a gitmiş.

“Amacım meydanın 360 derece görüntüsünü kaydedip sabahtan akşama kadar tam hikâyeyi çekmekti” diye anlatıyor. Neler olacağının ilk habercisi, kamerasına hemen sabah saatlerinde takılmış. İki genç hazırlıkların sürdüğü kürsünün önünde silah değişi tokuşu yapmaktaymış.

“Gerilim had safhadaydı. Herkes silahlıydı. Meydanı koruyan 20 bin İGD’li (TKP’nin gençlik yapılanması) silahlı genç vardı” diye anlatıyor durumu.

Otele giremeyince Pamuk Eczanesi’nin yanındaki kendisinde anahtarları olan binanın beşinci katına çıkmış. Alanın yüzde 80’ini gören yerden akşama kadar olan biten her şeyi çekmiş Işıtan.

“Akşam saat 7’ye geliyordu. Kemal Türkler kürsüde konuşmasını yapmaktaydı” diye o ânı anlatmaya başlıyor. “Bu sırada ‘Halkın Sülalesi’ adı verilen, Maocu üçlü blok korteji Tarlabaşı’ndan alana yaklaştı. O silahlı İGD’li grup onları alana sokmamak için barikat kurdu. ‘Ya tam sustururuz ya kan kustururuz’ diye bağırıyorlardı. Maocular da silahlıydı. Hatta yanlarında beş altı tane kalaşnikof bile vardı” diye kamerasına takılanları anlatmaya devam ediyor:

“Saat tam 7’ye çeyrek kala iki grubun karşı karşıya geldiği Tarlabaşı’ndan bir el silah sesi duyuldu. Bir anda ölüm sessizliğine büründü meydan. Çıt çıkmıyordu. 30 saniyelik sessizlikten sonra 20-30 bin silah aynı anda patlamaya başladı. Sanki savaş meydanında iki ordu karşı karşıya gelmiş gibiydi. Kürsüden ‘Sular İdaresi’nden ateş açılıyor’ anonslarını duyunca karımı binada bırakıp, kameramla birlikte dışarı attım kendimi. Atatürk heykelinin oradaki çimlerin üzerine mevzilenip çekmeye başladım.”

İshak Işıtan tam o noktadan o ünlü dört saniyelik görüntüyü çekmiş. Pek çok teoriye kaynaklık eden o ânı bilinenden farklı anlatıyor ama: “Sular İdaresi üzerindeki silahlı iki sivili çektim. Ama ateş etmiyorlardı. Doğruyu söylemek gerek. Ateş açtıklarını görmedim ben. Belki kontrol için çıkmışlardı oraya. Yalan söylemem.”

Işıtan, tekrar döndüğü binada önce saldırılara karşı bulunduğu odanın kapısına barikat kurmuş sonra da meydana bir komiserin yardımıyla çıkmış: “Dışarı çıktığımda her yer savaş alanına dönmüştü. Baruttan duman bulutları oluşmuştu. Yerde patlamamış bombalar, silahlar vardı. Her yer yanıyordu. Kâğıtlar tutuşmuştu.”

Mitingi ve olayları çeken tek ismin o olduğu bilgisi dalga dalga yayılmış, BBC muhabiri çantasına hemen 30 bin dolar teklif etmiş ama reddetmiş Işıtan. “Bu bizim halkımıza ait bir görüntüydü” diyor bunun için.

O gece Yeni Sinema stüdyosunda filmi yıkamış. Ama ilginç bir şey daha yapmış: “Ellerinde silahlar olan göstericilerin görüntülerini tek tek seçip kestim. Amacım genel resmi vermekti. 24 saat uğraştım bunun için.”

“Neden yaptınız bunu, kimseyi zor durumda bırakmamak için mi” sorularıma “Benim amacım genel fikri vermekti” diye cevap veriyor Işıtan. Muhtemelen gönül bağı olduğu insanları zor durumda bırakmamak istediğini düşünüyor insan.

Olaydan üç gün sonra hazırladığı filmi Tepebaşı’nda cumhuriyet savcısı, komiserler ve 1000 kişilik bir kalabalığın olduğu bir salonda gösterdiğini anlatıyor. Gösterimin sonunda soruşturmaya bakan savcının talebi üzerine bir kopyayı teslim etmiş: “Katil bu görüntülerde değil savcım” diyerek. “Pek doğru değildi bu ama” diye anlatıyor o ânı.

Kopyalardan ikisini güvenli yerlere saklamış. 12 Eylül Darbesi’nden beş hafta önce de apar topar Türkiye’yi terk etmiş. 1 Mayıs için “Binlerce silah patladı. Nasıl karar verebiliriz komplo olduğuna. O ilk ateşi açan provokatör de olabilir, ateşli bir militan da” diye kanaatini bildiriyor.

Ama onun çektiği görüntüler üzerinden yürüyen bir komplo teorisi de ilk elden açıklamalarıyla açıklığa kavuşuyor.

Belki o da komplonun içindedir, kimbilir. Bundan sonrası tıbbın ilgi sahasına giriyor ama...

yildirayogur@gmail.com

TARAF