Bana, Bir Kere "Hain" Demişler!

AHMET MARUF DEMİR

Mayıs ayının on ikisiydi. Ömrümün de yarısı. Karpuzlar olgunlaşmamış, buğdaylar başak vermeye henüz başlamış, hasat mevsimine ise az kalmıştı.

Gecenin ortasıydı. Bir ihanet ateşi uykumu bölmeye çalışmıştı. Üzerimi örten sis perdesi yavaşça bedenimi soymuş, on beş tonluk bir karabasan, heyulasıyla yatağıma çökmüştü. 

Kalkıp yürümeliydim. Başka türlü mahşeri bu zaman peşimi bırakmayacaktı yoksa.

Ayak parmaklarımı zar zor kıpırdatmıştım. Sürünerek kaçmıştım rüyamdan. Emekleye emekleye kalkmıştım. Kalkarken bir de annemin doğum lekesi kalmıştı sağ yanağımda. Umut olması için... Bir vaha gibi çölün orta yerinde. Yani geri dönebilmeme sebep!

Ateş böcekleri doldurmuştum kütüklüğüme. Ve düşlerim ile yürümek... Sırat köprüsünden düşmeden geçebilmekti hayalim. Lâkin havada bir tuhaflık; güvercinler bizim oralarda hep gündüzleri göçerdi oysa! 

Dicle Nehri sekiz başlı kısrak at misali; o gece ne kadar da Yaman'dı. Kütüklüğümdeydi hala ateş böcekleri. Dicle değil; uykumu da bölen ihanet ateşi, etrafımda artık sekiz yandan bir çemberdi. Beni Yakar'dı. Ki burnumun direğini de parçalayan o akasya kokuları; cennetten miydi?

Kimsesiz bir geceydi. Geleceğimi düşlemiştim. Sekiz başlı kısrak at ve sekiz yandan bir ateş çemberi...

On altı yıldız kaymıştı gökyüzünden. Gözlerim yuvalarından fırlamış, hayallerim bir mermi çekirdeğine kazınmıştı.

Anneme haber salın. Saçlarımı yastığıma taramış, yorganıma da gözyaşlarımı akıtmıştım. Sarılsın hatıralarıma. Onlarla ağıt yaksın!

Yolun ortasında İki alev topu, iki gök taşı... iki derin kuyu gibi iki göz... Yanıp yanıp sönüyordu. Uzattım elimi tutup da bırakmadı. Her iki yanımda iki melek. Merakımı yıldızlar yazmıştı.

Biraz önce sardığım son cigarammış meğer. Son nefesimi bağrıma çekmişim. İçimde söndürmüş, külünü içime dökmüşüm.

Evimin damına bakamadım. Eminim. Annem el sallamıştır bana. Beyaz tülbenti ise her zaman olduğundan daha parlakmış!

Yüreğim ferahtı. O iki göz ve annem... Ve çoktan mezarımın taşına ışığını işlemişti ay!

En son köyümün meydanında gördüğüm ise; O bir yanardağ krateri değildi. Mazlum olan benim, "onuru" olarak bildiklerimin bana neyi reva gördüklerinin fotoğrafı... Sözde benim adıma yine benim nasıl da zalimim olabileceklerinin resmiydi. 

Hem ve hep öyleydi zaten...

Ya beni ellerimde birkaç kilo et poşeti taşırken öldürürlerdi. Ya da öldürdüklerinde etlerimi birkaç kiloluk poşetlerle gömdürürlerdi.

Ne de olsa...

Bana, bir kere "hain" demişlerdi!