Balyozun suikast listesi

Ali Bulaç

Balyoz Darbe Planı'nda öldürüleceklerin listesi açıklandı. Aralarında benim de ismimin geçtiği 19 kişi bu ülkenin bilinen, göz önünde olan, her gün görüş beyan edip yazı yazan insanları.

Hemen belirtmeliyim, imha ve bomba katiller grubunun listesinde yer almak beni zerre miktarı korkutmadı. Bu benim dördüncü ölüm tehlikesini atlatmam oldu. Allah korumuş, son nefesi alıp verinceye kadar da koruyacak. Müslüman'a cimrilik ve korkaklık yakışmaz. Dahası, Allah dilemedikçe kimseye herhangi bir zarar gelmez, vade dolmuşsa, burçlarda dahi saklansak, ölüm gelir bizi bulur.

Zaten darbeciler de inancımızı veya cesaretimizi test için bizi suikast listesine almıyorlar. Onların amacı toplumda kargaşa yaratmak, suikast ve cinayetlerle kaos çıkarıp bir askerî müdahaleye zemin hazırlamak. 12 Eylül askerî darbesi öncesi olayları hatırlayalım, her gün 20-25 kişinin öldürüldüğü bir ülkede darbe ortamı daha müsait hale gelsin diye müdahale bir sene uzatılmıştı. Bu arada yüzlerce memleket evladı nahak yere öldürüldü. Bir sağcı ile bir solcu aynı silahla vuruluyordu. Sonunda darbeciler muradına erdi, yönetime el koydular. Başladılar gencecik insanları asmaya, onbinlercesini tutuklayıp işkenceden geçirmeye. Bugünkü Kürt sorununun bir ucu darbecilerin Diyarbakır Cezaevi'nde yaptıkları insanlık dışı işkencelere uzanır.

27 Mayıs ihtilalinde 8 yaşımda idim. 12 Mart muhtırasını İstanbul'da yaşadım. 12 Eylül'de tutuklandım, işkence gördüm. 28 Şubat'ın yakıcı nefesini ensemde hissettim. Birçok tanıdık "müdahale korkusu"yla yurtdışına çıkar ve sağolsunlar bana da bilet almışken, ben 17 Haziran 1997 günü İstanbul Havaalanı'ndan döndüm. 12 Eylül'de Gayrettepe'de hücrede yatan, Selimiye Kışlası'nda ve Kartal-Maltepe Askerî Cezaevi'nde insanlık dışı işkenceden geçen biri olarak kaçmak bana onur kırıcı geldi. Gerekirse 'efendi efendi' girer, yatar, önümüze ne çıkarsa sabrederiz, diye düşündüm. Zulüm temenni edilmez, ama gelince sabretmek gerekir.

Listede isimleri yer alan diğer arkadaşlara bakıyorum. Hiçbiri korkmuş değil. Hepsi sadece bir devletin nasıl olur da kendi yurttaşlarını öldürebileceğini soruyorlar. Tabii ki bu soru zihinlerde bir istifham doğurmak içindir. Yoksa onlar da biliyorlar ki, bu ülkede siyasi cinayetlerin ve suikastların failleri daima devletin içinde yuvalanmış kişilerdir. Hani meşhur yakıştırma laftır: "Bir uyuşturucu operasyonuyla mal yakalanmışsa, bilin ki, ele geçirilen uyuşturucu ya izinsiz yapılmıştır veya daha büyük bir miktarın önünü açmak içindir." Tabii ki her gün bu ülkede cinayetler işleniyor. Ve emniyet kuvvetleri ya da kırsal alanda jandarma katilleri yakalıyor. Ama devletin içindeki katiller cinayet işlediklerinde bu kolay kolay bulunamıyor.

"Katl" üzerinden yürüyen 100 yıllık siyasi tarihimizde belki de ilk defa Ergenekon davası münasebetiyle devletin bazı birimleri, kurumlar teşrih masasına yatırılmış bulunuyor. Balyoz ve diğer darbe planları çerçevesinde ortaya çıkan suikast listeleri ve komplolar açıkça gösteriyor ki, Ergenekon davası bazılarının yapmaya çalıştığı gibi hafife alınacak türden bir dava değil. "LAW silahları soba borusu, ıslak imzalar kâğıt parçası" değil.

Ergenekon davasında aksayan hususlar var:

a) Dava süreci uzun sürüyor;

b) Sanıklar ve şüpheliler kamuoyunda 'suçlu' muamelesi görüyor;

c) Mahkeme kararıyla toplanan deliller bağlamlarından koparılarak medyada yayımlanıyor, böylece yaşla kuru bir arada yanıyor;

d) Bugünkü politik uygulamaları eleştirenler bazen 'Ergenekoncu' olmakla suçlanabiliyor.

Bunlar davayla ilgili haklı eleştiriler. Ama bu dava sonuçlanmadıkça,

1) Yakın tarihimiz aydınlanmayacak;

2) Çeşitli suikast ve siyasi cinayetler dolayısıyla zan altında tutulan kesimler rahat etmeyecek;

3) Darbecilerin ve cuntacıların askerî darbe yapma alışkanlıkları sona ermeyecek;

4) Her zaman çeşitli aydınların, yazar, politikacı, sendikacı, kanaat önderi ve akademisyenlerin tam olarak can güvenliği sağlanamayacak.

ZAMAN