Balyoz’dan hesap sormak!..

HAMZA TÜRKMEN

2010 yılında I. Ordu bünyesi içinde 2002-2003 yıllarında örgütlenen darbe teşebbüsünün adı Balyoz Harekât Planı olarak gündeme geldi. Balyoz Harekât Planı’nın yardımcı senaryolarının, Özden Ördek’in komutanlık yaptığı Deniz Kuvvetleri’nde “Suga”; İbrahim Fırtına’nın komutanlık yaptığı Hava Kuvvetleri’nde “Oraj” isimleriyle şekillendiğini öğrendik. Suikast ve bombalama planlarının adları ise “Sakal” ve “Çarşaf” projeleri idi.

I. Ordu eski komutanı Çetin Doğan önderliğinde yürütülen Balyoz Darbe Planı’yla ilgili olarak bir subay, Ocak 2010 ayında 5 bin sayfalık dokümanı, CD, DVD ve ses kayıtlarını gazeteci Mehmet Baransu’ya vermişti. Baransu da bu suç delillerini İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na ulaştırmış ve dokümanlar ciddi görüldüğü için soruşturma başlatılmıştı. Bu dokümanlarda darbe şartlarını hazırlamak için kamuoyunda infial oluşturacak planlar vardı. Hukuku ve özgürlükleri önceleyen, İslam’a saygı duyan kişi ve kuruluşlarla ilgili fişlemeler yapılmıştı. Suikastler, bombalamalar ve toplu tutuklamalar söz konusuydu.

Eski Genelkurmay başkanları Hilmi Özkök ve İlker Başbuğ, Balyoz iddialarını basına yansıyacak şekilde “ciddi” bulduklarını belirtmişlerdi. Bu soruşturma doğrultusunda yüzü aşkın görevli ve emekli subay gözaltına alındı ve onlarcası tutuklandı. Ancak tutuklular, daha sonra Yargıtay’ca şüpheli bulunan bazı nöbetçi hakimler tarafından, yurt dışına çıkmamaları kaydıyla peyder pey tahliye edildi.

Balyoz Davası, muazzaf ve emekli olan subay 196 sanıkla “Hükümeti ortadan kaldırmaya eksik teşebbüs ettikleri” iddiasıyla 16 Aralık 2010 tarihinde Silivri’de başladı. Bizler de iki farklı derneğin temsilcileri ve hedef gösterilen kişilerden üç kişi olarak avukatlarımızın sunduğu müdahil olma talebimiz gereğince ilk üç oturuma katıldık: Vurulacak kişiler arasında ismi geçen Abdurrahman Dilipak; tutuklanacak kişiler arasında ismi geçen Rıdvan Kaya ve ben; kapatılması hedeflenen Hukukçular Derneği adına Cahit Özkan ve Özgür-Der adına yine bizler.

Melih Altınok Taraf’ta, Balyoz Davası’nın başladığı Silivri’deki mahkeme önünde hak ve adalet çağrısını sadece “Özgür-Der üyesi Müslümanlar”ın yükselttiğini yazdı. Altınok, geçmişleri gereği militarizme ve darbeciliğe karşı olması gereken solcuların niçin yumurtalarıyla beraber mahkeme önüne gelmediklerini sorguluyor ve “ordunun solu” konumundaki sosyalistlere sitemlerini belirtiyordu.

İddianamedeki vahamet büyüktü. İç ve dış tehditlere karşı 5-7 Mart 2003 yılında I. Ordu’da yapılan muhtemel gelişmelerle ilgili pozisyon oluşturucu seminerde, alttan alta mevcut yönetimi düşürüp bir milli mutabakat hükümetinin kurulması planı servis edilmişti. 28 Şubat darbesinin mimarı Batı Çalışma Grubu’nun yeniden yapılandırılması tartışılmıştı, ama bu konu Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten gizlenmişti. Amaca ulaşmak için Fatih ve Beyazıt camilerini Cuma namazında bombalayarak, 19 yazara suikast düzenleyerek, tepkileri hem kışkırtmak hem bastırmak üzere Bağcılar, Gaziosmanpaşa, Sultangazi gibi semtlere tanklar yürüterek kamuoyunu sarsacak planlar düzülmüştü…

İddianameye göre hem insani hem İslami değerlerimiz ezilmek isteniyordu. Ancak İslami kesimin önde gelenleri tavır ve analizde atalet yapışkanlığından kurtulup yeterince bir pozisyon belirleyememişti. Sanıklar ise pişkinlikte deneyimliydiler. Zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmaya çalışıyorlardı.

Çetin Doğan’ın Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi kızı Pınar Doğan ve Safarad Yahudilerinden olan damadı Dani Rodrik iddianamede çelişkiler belirleyerek davayı düşürmeye veya sanık avukatlarına yol göstermeye çalıştılar. Bunun için internet sitesi oluşturdular ve bir de kitap çıkarttılar. Ayrıca Dani’nin Yahudi olduğunu söyleyenleri anti-semit olarak suçlamaya başladılar. Dani Rodrik 2000-2002 yıllarında TC Merkez Bankası’na danışmanlık yapmıştı; ekonomide müdahaleciliği işleyen iki kitabı da 1997 ve 1999’da Türkçeye çevrilmişti.

Rodrik’lere göre iddianame “kan davasına, intikama ve sahteci çetelere” dayanıyordu. Çünkü iddianamede yer alan 11., 16-17. CD’lerde 2004’ten sonra ismi değişen bazı kurum ve kuruluşların isimleri yer alıyordu. Oysa suç iddiası 2003’e aitti.

Bu muamma, savcılara dayanarak “arşivlerin sürekli olarak güncellenmesi” şeklinde açıklanıyordu. Bilgilerin sürekli “update” edilmesi, darbe planının ordu içindeki sürekliliğine de götürebilirdi. Zaten Nisan 2006’da hazırlanan ve Hükümet’in de dahil edildiği “irticai hareketler”e karşı üniversitelerle, üst yargı organlarıyla, basın mensupları ve sanatçılarla koordineli bir kalkışmayı hedefleyen “Lahiya-1” planı Haziran 2008’de ortaya çıkarılmamış mıydı? Ve kâğıt parçası denilen bu planda, Balyoz Davası’nda “Suga Planı” dolayısıyla yargılanan Albay Dursun Çiçek’in ıslak imzası yok muydu? Dolayısıyla 2002-2003’te ilk belgelerin yazıldığı I. Ordu’daki bilgisayarlara ve harddisklerine ulaşmak gerekiyordu; ama bilgisayarlar ortadan kaldırılmıştı.

Ayrıca iddianameye göre Balyozculara ait oldukça önemli el yazıları, görev kâğıtları, ıslak imzalar, çizilmiş krokiler, keşif raporları, haddi çok çok aşan ses kayıtlarının varlığı söz konusuydu. 5-7 Mart 2003’teki gizli toplantıdaki dokümanlara göre general Ergun Saygun da, EMASYA müdahale planının “ötesine” geçilmesini telkin etmişti.

Savaş ve asayiş oyunu teziyle düzenlenen Balyoz Tatbikat Planı’nda, senaryodan da olsa düşman konsepti olarak belediye başkanlarını, yazarları ve camileri hedefe koymak bile ciddi bir suçtur. Tabii ki bu özgürlük, halk ve İslam düşmanı planın Ankara’ya ve diğer garnizonlara uzanan boyutları da olabilir.

Balyoz Davası İddianamesi’ndeki dokümana baktığımızda, Hükümeti bahane ederek 28 Şubat zulmünü yeniden hortlatmak, ülkedeki Müslümanları ezmek ve karalamak hedefi belirginleşmektedir. Peki, iddianamede ve Balyoz planlarında ismi geçen İslami camianın birçok öncü şahsiyeti ve kuruluşu bu davayı sadece ekranlardan ve gazete sayfalarından mı izleyecektir?

 

* Bu makale Özgün Duruş gazetesinin 70. sayısında da yayınlanmıştır.