Genelkurmay’ın 27 Nisan muhtırası hafızalardadır; büyük gürültü koparmıştı. Genelkurmay, bildiriyi resmi internet sitesine koyar koymaz inanılmaz bir hareketlilik başlamıştı. Televizyonlar bu konuyu sabaha kadar evire-çevire tartışmıştı. Ertesi günün gazete manşetleri de aynı heyecanı yansıtıyordu. Muhtıranın hedefi olan AKP’de gece başlayan istişareler ise sabaha kadar sürmüş, kamuoyunda büyük heyecan uyandıracak sağlam bir karşı açıklamayla askere yanıt verilmişti.
Bütün Türkiye bu heyecanla çalkalanıyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasında da aynı hareketlilik sürdü.
Genelkurmay’ın dört yıl aradan sonra verdiği Balyoz muhtırası ise neredeyse hiç etki uyandırmadı.
Aslında hem yargıya ve hem de siyasete düpedüz müdahale etti. Dünyanın başka yerinde, askerin, mahkeme kararını resmi internet sitesinden ‘halka şikâyet’ etmesine rastlamak ihtimal dahilinde olmasa gerek.
Ancak bu müdahalenin toplumda 27 Nisan bildirisi kadar heyecan uyandırmaması bence dikkate değer bir durum.
Askerin hedef küçültmesinin bunda etkisi kuşkusuz vardır. Mesela bu kez durum, Cumhurbaşkanlığı gibi bir kurumun “kimde kalacağı” kavgasına benzemiyor.
Ayrıca siyaset kurumu, demokrasinin sınırlarını genişletmiştir. Askerin müdahale etme alanlarını da sınırlamıştır.
Genelkurmay Karargâhı’nın eskisi gibi, siyasi bir parti gibi her konuda laf yarıştırma, görüş belirtme, ağırlığını koyma, kurumdan aldığı güçle istediği gibi sopa sallama, tehdit savurma koşulları kalmamıştır.
Yine siyasete müdahale sayılabilecek çıkışlar, kamuoyunda büyük tepki uyandırmaktadır.
Ama bence asıl önemlisi, bu heyecansızlığın altında müesses nizamın devamından yana olanlar için bile askerin, artık “ümit kaynağı” olmaktan çıkması yatıyor. Nerede o korkuyla karışık heyecan uyandıran eski manşetler?
İnsanı yarınından kuşkuya düşüren...
Hele siyasetçilere, özellikle de başbakana her fırsatta “kefenim hazır” dedirten...
O manşetlerden eser bile kalmadı.
Dünkü gazetelerin hiçbirinde askerin bu çıkışına alkış yoktu. Ortada heyecan adına bir damla duygudan eser yoktu.
Ümit etmeyince, beklenti olmayınca demek ki, o manşetler de atılmıyor.
Hükümet bile alıştı, askerin bu açıklamalarından sonra dayılanmaya...
Zira onlara da kolay gelmeye başladı her şey... Onların dik duruşlarında bile kızgınlıktan eser yok; her sözleri rutin bir açıklama gibi yansıyor gazete sayfalarına...
Nereden nereye...
Kabul edelim artık; asker yenilmiştir.
Türkiye’de askerin demokrasilerde olduğundan daha fazla bir konuma, yere sahip olması ihtimali ortadan kalkmıştır.
Asker bütün dünyada olması gerektiği kadar bugün söz hakkına sahiptir. Bu yüzden, kimse artık askerin gözlerinin içine bakmıyor.
Siyasi partiler de askerden medet ummuyor.
En askerci partiler bile askeriyeyi köklü bir reforma tabii tutma zamanının geldiğini ve geçtiğini savunmaya başladı.
Genelkurmay, Balyoz davasından tutuklu 163 subay için yaptığı bu girişimi kendince makûl nedenlere dayandırabilir. Üstelik bu kez siyasi bir çıkar hesabı da yapmıyor, sadece silah arkadaşları için ‘haksız’ gördükleri bir kararı protesto ediyorlar; tolere edilebilir... Pek çok muvazzaf subay, nihayetinde bugün darbecilik yapmıyor; “vatan savunması” için görev başındalar... Yani biraz daha zorlasak bu çıkışı haklı bile görebiliriz...
Ama bu yaptıklarının yargıya ve siyasete müdahale anlamına geldiğini bilmeleri gerekiyor...
Ortaya çıkan sonuç net: Darbe dönemi kapanmıştır, bunu Türkiye’de idrak etmeyen sanırım kalmadı. Ama bununla birlikte muhtıralar dönemi de kapandı. Askerin, hiçbir sözü artık toplumda dalgalanma yaratacak kadar etkili değil. Bu, siyasal sistemdeki değişikliğin, demokratik dönüşümün doğal bir sonucudur.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok; bunu, Balyoz bildirisinin uyandırdığı ya da uyandıramadığı mevcut heyecan durumuna bakarak görebiliriz. Sizce de öyle değil mi?
Siz kimin arkasında namaza durursunuz
Bu tartışma belki de geç bile kaldı. Merak ediyordum, bu konu ne zaman tartışılacak diye?
BDP Eşbaşkanı Selehattin Demirtaş, “Fethullahçı ve AKP’li imamların arkasında saf tutmayız” diye açıkladı.
Hükümet de BDP’yi “bölücülüğü camilere sokmakla” suçladı. Diyanet Başkanlığı ise “gözünüze dizinize dursun” türünden bir açıklamayla tepki gösterdi.
Şimdi ne olacak? Millet kimin arkasında saf tutacak? “Fetullahçı” imamların mı veya “AKP’li” imamların mı? Yoksa PKK’lı imamların mı arkasında saf tutulacak?
Peki ya cemaate soran olmayacak mı; “Ey cemaat sen kimin arkasında saf tutmak istersin” diye? Bu bölünmenin, ayrışmanın sonu yok aslında. Toplum normale dönmeden de galiba bitmeyecek, bu düşmanlık. Siyasetçilere göre birey yok, sürü var. İnsanları etiketleyerek “dost”a ya da “düşman”a dönüştürüyorlar.
Bir siyasi grup için kendisinden olmayan ya “AKP’li” ya “Fethullahçı” ya da “PKK’lı”dır...
Yani diğerine göre düşman...
Bir o kadar da lanetli...
Tamam da bu kafayla nereye kadar...
kurtulustayiz@gmail.com
TARAF