Taha Kılınç / Yeni Şafak
Bir Balkan rotası
Geçtiğimiz Cuma sabahı (1 Eylül) İstanbul’dan kalkan uçağımız Üsküp semalarına süzülürken, minarelerle süslü manzara “yabancı” bir ülkeden çok, vatanımızın aşina bir parçasına geldiğimizi düşündürüyordu. Beş arkadaş, kısa süre önce “Haydi Balkanlar’ı bir kolaçan edelim” diye karar verirken de, zaten beklentimiz tam olarak buydu.
Etrafına doldurulan çirkin ve anormal büyüklükteki heykellere rağmen ihtişamından hiçbir şey yitirmeyen Taşköprü’yü geçerek Türk Çarşısı’na girdik. Dükkânlar henüz açılmadığından, sabahın sükûnetinde ve serinliğinde, Üsküp’ün nefes alıp verişini duyduğumuz bir yerdi burası. Murat Paşa Camii’ni selamlayıp, İsa Bey’e doğru ilerledik. Yahya Kemal’in annesi Nâkiye Hanım’ın kabri başında nefeslenerek ve Üsküplü şairimizin “Kaybolan Şehir” manzumesini hatırlayarak Mustafa Paşa Camii’ne yöneldik. Arasta Camii’nin yanı başındaki yemiş altı kahvehanesinde, kulağımıza çalınan Türkçe sohbetler eşliğinde soluklandıktan sonra, Cuma namazı için Kalkandelen’e geçtik.
Kalkandelen’in simgesi, Hurşîde ve Menşûre adlı iki kız kardeş tarafından inşa ettirilen Alaca Cami’de, Arnavutça hutbeyi anlamasak da gönül diliyle anlaştığımız sımsıcak bir atmosferde Cuma namazımızı eda ettik. Ardından, Kuzey Makedonya’nın en iyi trileçesini Gostivar’da tadıp Ohri’ye kadar indik. Çam ormanlarının içinde, gölün etrafına sıralanmış kiremit çatılı-cumbalı evler, Amasra’da olduğumuzu düşündürdü bize. Dedim ya, vatanımızın bir parçası gibiydi her yer.
Üsküp’ün gecesi de, gündüzü gibi çok güzeldi. Çarşıda Üsküplü Hadis kardeşimin mekânında otururken, günün yorgunluğunu ilk kez hissettik. Ama akşamın sükûneti hepimizi öylesine kucaklıyordu ki, şikâyet etmek aklımızın ucundan bile geçmedi.
Cumartesi sabah, güne 04.30’da başladık. Sabah namazımızı, çarşının kuzey ucundaki Dükkâncık Camii’nde, Abdulkerim Ebibi Hocamızın arkasında eda ettik. Üsküp’te özellikle gençlerle çok bereketli çalışmalar yürüten Abdulkerim Hocam, “Bu defa çok kısa oldu, tekrar bekleriz. Gençlerle de program yapalım” dedi ayrılırken, bütün kalbimle bu temenniye katıldım elbette.
Kuşluk vakti Üsküp’ten kuzeye yönelip Kosova’ya geçtik. 1389’da şehadete eren sultanımız Murad Hüdâvendigâr’ın meşhedini ve Osmanlı ordusunun sancaktarı Gazi Mestan’ın kabrini ziyaret ettik. Dilimizden dökülen muhasebe aynıydı: “Anadolu’dan Rumeli’ne, verilen bütün mücadele ve dökülen kan, İslâm’ın bizlere duru bir şekilde intikali içindi. Peki, bizler bugün bunca gayrete layık işler yapıyor muyuz?”
Mehmed Âkif’in babası Temiz Tâhir Efendi’nin doğum yeri İpek’e ve Osmanlı’nın Balkanlar’daki en güzel şehirlerinden Yakova’ya uğrayarak, akşamüzeri Prizren’e ulaştık. Osmanlıların “Pürzerrin” olarak andığı çiçek Prizren… Tarihin Bursa, Amasya ve Safranbolu’dan şirin birer parça alıp maharetle birleştirdiği, dört başı mamur bir İslâm şehrine çevirdiği, seyrine doyulmaz belde… Prizren’in kalbi Sinan Paşa Camii’nde akşam namazını kılıncaya kadar, sırf bizimle sohbet etmek için ta Tiran’dan kalkıp gelen Tahir Hocam ve Ferid Hocam’la muhabbete daldık. Her cümleyi tebessümle kuran Tahir Hocam, “İlk vazifemiz tanışmak. Birbirimizi tanımadan, hiçbir iş yapamayız. Türkiye ile Balkanlar’ın daha yakından tanışması lazım” derken ne kadar haklı ve gerçekçiydi.
Pazar sabahı, namazımızı Sinan Paşa Camii’nde eda edip yeniden yollara düştük. Son günümüzde, güzergâhımızda önce Arnavutluk, sonra Karadağ vardı. Arnavutluk’un kuzeyinde, zamanın ve mekânın bekçisi gibi dikilen İşkodra yine her zamanki gibi alımlıydı. Osmanlı eseri Kurşunlu Cami restorasyonda olduğundan, dışarıdan seyretmekle yetindik. Balkanlar’ın her köşesinde gördüğümüz üzere, TİKA’mız bir eseri daha ayağa kaldırmakla meşguldü. Kurşunlu Cami’ye veda ederken, yakın dönem Arnavutluk’un mücahit âlimlerinden Hâfız Sabri Koçi Hoca’yı (1921-2004) da andık. Enver Hoca’nın ateist diktatörlüğü bittikten sonra, 1990’da Kurşunlu Cami tekrar ibadete açılırken, 55 bin kişilik cemaate Sabri Koçi önderlik etmişti. O ne muazzam bir gündü…
İşkodra’dan Balkanlar’ın her açıdan en “Batılı” ülkesi Karadağ’a kolayca geçtik. Bar şehrinde, yapımı 2014’te Türkiye tarafından tamamlanan Selimiye Külliyesi’nde öğle ve ikindi namazlarımızı kılıp Budva ve Kotor sur içini adımladık. Havaalanından önceki son durağımız, Karadağ’ın başkenti Podgoritsa’daki Osmanlı eserlerinden Osman Ağa Camii’ydi. Burasının mamur ve mesrur biçimde ayakta durması da elbette TİKA sayesindeydi.
Toplamda bin kilometreden fazla mesafe kat ettiğimiz, dört ülkede 17 ayrı şehir gördüğümüz üç günlük Balkan turumuzun özetinin özetini sunmaya çalıştım. Yazıyı okurken, önünüze bir de harita açarsanız, eminim başka birçok yeni ayrıntıyı fark edeceksiniz. Ve günün birinde belki aynı rotayı siz de izleyeceksiniz.