Başlamadan önce sırtımdaki hançeri çıkarmalıyım. Geçen hafta bu sayfada genç bir kadın gazeteciye köşesinden bağıran bir genel yayın yönetmenine karşı centilmenlik için kılıcımı çekmiştim. Yaralayıcı bıçak darbesi önüne atladığım genç kadından geldi.
Çok adil değil farkındayım. “Soros’tan besleme Fethullahçı bir AKP”linin, bir haftada “Ergenekoncu İsrail bağlantılı bir AKP düşmanına” dönüşebildiği bir ülkede galiba ayakta kalmak için bu survivor kanunlarını öğrenmeliyim.
Aynı yaşlarda olduğumuz, benden daha tecrübeli bir meslektaşıma tavsiyede bulunmam biraz ayıp kaçabilir. Gazetecilik açısından önümüzde “Alçakları Tanıyalım” gibi kötü örneklerin çoğunlukta olduğu bir ülkede yol almaya, bu mesleği yapmaya çalışıyoruz. Ama aylarca arabulucu olarak ortada olan, her söylediği doğru çıkan, varlığı aylarca tek bir kez bile yalanlanmayan birini bugün hesaplar değişince nüfus kütüğü, fotoğrafı, adresine kadar telaşla gazetelere düşüren istihbarat oyunlarına karşı dikkatli olmayı tavsiye edebilirim. Yıllar sonra ilk kez ufukta görünen barışın çokça düşmanın olduğu bir ülkede özellikle.
Balıkçı diye biri var mı yok mu tartışmasına hiç girmeyeceğim. İsteyen istediğine inanır. Haberler ortada, gerçek de öyle. Bir zamanlar JİTEM’in de ‘olmadığı’ bir ülkede yaşadığımız unutulmasın.
Zaten devlet ve PKK arasında bir Balıkçı varsa ya da yoksa bunu en iyi devlet biliyor. Herhalde bunun için “Satır aralarını okuyor, boşlukları dolduruyor” acemliğindeki istihbaratçıların andıçlarına da ihtiyaçları yok.
Eğer Balıkçı “satır aralarını okuyan, kendini arabulucu zanneden bir nevi bir John Nash”sa devletin istihbarat birimlerinin neredeyse Andrew Mango’ya biyografisini yazdırıp, resimleriyle önce çok yakınlarındaki internet sitelerine daha sonra da bir gazeteciye gitmelerine hiç gerek yokmuş. “Yok Balıkçı malıkçı” deseler yeterdi. Bir cümle. Demek ki bu andıçlar istihbarat için değil zamanı gelince kırmızı düğmeye basmak içinmiş...
Maalesef hiçbir soruşturmanın, davanın değil sadece bir haberin konusu olmuş ve bu yüzden de hayatı tehlikede olan bir adamın nüfus kütüğünü, sabıka fotoğraflarını, gittiği mekânın neredeyse arkadaş buluşmasında veriyormuşçasına açıklıktaki adresini, görüştüğü insanların isimlerini yayımlamanın gazetecilik olduğunu zannedecek biri de her zaman bulunuyormuş...
Belki gazetecilik heyecanına yenik düşen biri daha çıkar ve Balıkçı’nın açık adresini, eve giriş çıkış saatlerini falan da yayımlarsa, ODA TV’ye yılın haber sitesi ödülü veren meslek cemiyetleri bu Pulitzerlik başarıyı da görürler...
Buraya kadar işin mavra kısmıydı. Şimdi biraz ciddiyet...
Buradan açıkça soruyorum ve bu sorularımı Bilgi Edinme Hakkı çerçevesinde devletin resmî üç istihbarat birimine (Emniyet İstihbarat, MİT ve Jandarma İstihbarat) de soracağım:
» Hakkında hiçbir adlî soruşturma sözkonusu olmayan bir kişi ile ilgili hangi saikle, kim için ve en önemlisi de hangi istihbarat kurumu bu andıçı hazırladı? Ve hangi ajanınız bu kişinin hayatını tehlikeye atarak mahremi olan nüfus bilgilerini, fotoğraflarını ve bulunduğu adresleri servis etti?
» Bu andıçta benim adım ve haber kaynağım olan Balıkçı’yla yaptığım görüşmeler de yer alıyor. Hangi soruşturma nedeniyle adım ve gazetecilik faaliyetim bir istihbarat raporunda yer alıyor?
» Balıkçı’nın görüştüğü devletten ve sivil onlarca kişi arasından neden CHP PM üyesi bir milletvekili, bir BDP’li Genel Başkan Yardımcısı’nın adı raporlanmış? İki kişi arasındaki yasal ve insani görüşmelerin bir istihbarat raporunda ne işi var?
» Andıç vermekle yetinmeyip üstüne bir de konuşan çok dolmuş istihbaratçı “Detaylı araştırdık. Hiçbir istihbarat örgütüyle bağlantısı yok gözüküyor. ‘Başbakan ile Öcalan el ele veriyor’ gibi bir imaj operasyonu yapmak isteyen kimi yabancı istihbarat örgütleri var. Bu örgütlerin hükümeti yıpratmaya çalıştığını biliyoruz ve izliyoruz ama bu şahsın böyle örgütlerle bağlantısını tespit edemedik. Ancak belki dolaylı olarak böyle bir operasyona alet edilmiş, Taraf gazetesi de bilmeden buna zemin yaratmış olabilir” diyor.
Siyasi dertleri de olduğu anlaşılan “belki”li, “olabilir”li detaylı araştırmanın sahibi o zehir hafiyenin şu sorulara da detaylı yanıt vermesi gerekir:
1- İstihbaratçıların işi “Başbakan ile Öcalan el ele gösterilerek hükümetin yıpratılmasını” engellemek midir? İstihbaratçılar ne zamandan beri siyaset yapmaya başladı?
2- Başbakan’ın kendisi İmralı’da devlet yetkililerinin Öcalan’la görüştüğünü kabul etmişken “Başbakan ile Öcalan el ele veriyor” gibi bir imaj operasyonu yapmak isteyen yabancı istihbarat örgütüne ihtiyaç var mı? Varsa bu örgüt kim? Taraf kime alet oluyor? Bir şeylere alet olan bu istihbaratçı olmasın?
Bu sorulara cevap verilmesini bekleyeceğim. Kanunen bir ayları var.
İstihbarat savaşlarından Sıtkı sıyrılmış bir ülke burası. Öyle anlaşılıyor ki asker ve yargı vesayetinin sönümlemeye başlamasından sonra demokratların öncelikli meselesi “demokrat” ya da “Kemalist” hangi saikle yapılıyorsa yapılsın elleri kolları hatta ayaklarıyla siyasetin içine girmiş istihbaratçıların siyasi alandan çekilmesi olacak. Bu, biz demokratların kavganın hararetinden bugüne kadar pek görmediği bir gerçekti. Oturup serinkanlı olarak düşünmeye ve tam bir muhasebe yapmaya ihtiyacımız var. Çünkü istihbarat savaşlarından demokrasi de barış da çıkmaz...
yildirayogur@gmail.com
TARAF