Ergenekon davası kapsamında, sanıkların suçlarının ne olduğunun bilinmediği sık sık dile getirilir.
Avukatlar kızılca kıyametler kopartırlar: “Bize bile delilleri vermediler.Biz müvekkilimizin suçunun ne olduğunu bilmiyoruz. Nasıl savunma yapacağız?”
Dışarıdan bakınca, insanın saflığına geliyor.
“Doğru ya.. Kişiye suçunu bildirmezseniz, nasıl savunma yapacak?” diyesiniz geliyor.
Geliyor da, hafızanız sizi bu yorumdan men ediyor.
Balbay ve benzerlerinin, 28 Şubat günlerinde nasıl yargısız infazlar yaptıklarını hatırlıyorsunuz.
“Şimdi de ona benzeri yapılsın” anlamında değil..
“Sadece 28 Şubat sürecinde yaptıklarını hatırlasa, suçunun ne olduğunu kendisi çok iyi bilecektir” anlamında söylüyorum..
Evet; kendisi de bilecek, avukatları da bilecek, herkes bilecek, cezaevindekilerin suçunun ne olduğunu.
Ama hatırlamak istemiyorlar.
O zaman biz hatırlatalım..
Küçük bir örnek verelim..
28 Şubat sürecinde,Mustafa Balbay ne yazmış bir bakalım..
Tarih 12 Haziran 1997.
Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde, şöyle yazıyor Balbay: “Genelkurmay brifinglerinin ayrıntıları, dün en geniş biçimde Cumhuriyet’te yer almıştı. Bugün de tam metni öteki sütunlarımızda. Genelkurmay irtica sorununu bütün boyutlarıyla aktardıktan sonra, kamuoyundan beklentisini şöyle dile getirdi: ‘Anlat-tarafsız kalma-icraatta bulun’...”
Dönemin başbakanının, Genelkurmay’da hayâli suçlarla yargısız infaza tabi tutulduğu meşhur brifingler, Balbay’ın köşesinden böyle allanıp, pullanıyordu işte..
Bugünlerde, “Bizim suçumuz ne, bilmek istiyoruz” diyen Balbay, o günlerde dönemin başbakanının “İrtica diye suçlandığınız şey nedir, bilmek istiyoruz” açıklamalarını görmezden geliyordu.
Başbakan’ı mahkûm ediyor, iktidardan indirilmesi için, askerden aldığı emirlerle, yazılar kaleme alıyordu..
Aynı yazıda devam ediyordu: “Brifingin başlangıcında bir noktanın altı çizildi: ‘Verilen her bilgi belgelidir. Türkiye’nin iç huzuru açısından bunları açıklamıyoruz.’..”
Yine tekrar edeyim, “Ohhh olsun” mantığında değilim..
Ama bu satırları okurken, “Allah’ım, sen ne büyüksün” diyorum yüksek sesle..
“Verilen her bilgi, belgeli imiş.. Ama açıklanmıyormuş!”
Şimdi; birileri de kendisine aynı şeyi söylese, ne der acaba Balbay: “Sayın Balbay, aleyhinizdeki her suçlama belgelidir. Ama Türkiye’nin iç huzuru açısından bunları açıklamıyoruz” dese bir savcı, ne der SayınBalbay?
İşte böyle SayınBalbay..
Dünya, birileri için “etme bulma” dünyası..
Birileri için de “imtihan” dünyası..
O dönem suçlananlar, imtihana tabi tutuluyorlardı..
Siz ise; onların imtihanında, “yargısız infaz” tarafında idiniz.
Bugün yaptıklarınızı buluyorsunuz..
Kendi hayatınızda..
Devam ediyor Balbay: “Açıklanmayan bölümler; daha çok kamu yöneticilerinin irticayı desteklerini, ya da bu tehlike karşısındaki aymazlıklarını içeriyor. Bunların başında da, kaymakamlar ve vali yardımcıları geliyor. Yapılan saptamalara göre, irticayı destekleyen, hoşgörüyle bakan kaymakam sayısı 300’e yaklaşıyor.”
At yalanı, varsa inananı!
Ne yalancılık, ne utanmazlıktır bu?
Suçunu söylemedikleri vali ve kaymakamları, yargısız infaza tabi tutuyorlar..
Bir korku heyulası oluşturmak üzere, sayı veriyorlar, ama içerikten tek kelime yok.
Hangi vali, ne yapmış, tek bir bilgi yok.
Hangi kaymakam, niçin irtica ile suçlanıyor, belli değil.
Ama Balbay, bu ahlâksızca suçlamayı, köşesinden ballandıra ballandıra anlatıyor.
Ve bugün kendisi yargılanırken, soruyor: “Benim suçum ne?”
Sen söyle Balbay: “Suçladığın kaymakamların, valilerin suçu ne idi?”
Söylesene Balbay..
Yargısız infaza tabi tuttuğun bürokratların suçu ne idi?
Anlatsana!..
Anlat da, 28 Şubat’ta nasıl ki senin suçladıklarının yanında yer aldık, şimdi de senin yanında yer alalım. Anlat Balbay; “Brifinglerde suçlanan bürokratların suçu ne idi?”
Ve son hatırlatma. Aynı tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti şöyleydi: “TSK, cumhuriyet tarihinde ilk kez irticanın boyutlarını anlatırken Başbakan’ı perdeye yansıttı: Gerekirse silahla koruruz.”
YENİ AKİT