Siz gazetecileri seçer, “Sen sen gelebilirsin. Sen sen gelemezsin” dersen.. “Bazı gazeteciler bizim toplantılarımıza girebilir, bazıları giremez” dersen..
“Bize soru sorabilmek için, akredite olmanız lazım. Akredite olmanız için de, bizim sizden memnun olmamız lazım. Biz sizden memnun olmazsak, akredite olamazsınız. Akredite olamazsanız, bize soru soramazsınız” dersen, böyle olur...
Ne olur?!
Toplantı yaparsın. Bir şeyler anlatırsın. Karşındaki “seçilmiş” gazeteciler, “akredite”liği kaybetmemek için konuyu deşmezler..
Kamuoyu yanlış bilgilendirilir.
Sonra kamu kurumları, birbirlerine yazı göndererek, konuyu öğrenmeye soyunurlar!..
Neyi kastediyorum, daha net anlatayım...
Cuma günü, Genelkurmay Basını Bilgilendirme Toplantısı yapıldı. Toplantıda, Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu, medyaya sızan “internet sitelerinin fişlenmesi” ile ilgili TSK çalışması hakkında bilgi verirken, “Başbakanlığın emri ile bu çalışma yapılmıştır” dedi.
Bu açıklamanın, kamuoyunun merak ettiği soru ile aslında bir ilgisi yoktu...
Merak edilen soru; “Genelkurmay’ın hazırladığı ‘Şu internet sitesi irticacıdır, bu internet sitesi yıkıcıdır.Diğeri ise bölücüdür..’ şeklindeki nitelemeler, hangi yetki ile yapılıyor? Bu internet siteleri hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadan, bu suçlamaları nasıl yapabiliyorsunuz? Siz güvenliği sağlama amaçlı bir kurum musunuz, yoksa yargı organı mısınız?” idi...
Fakat General Çubuklu, konuyu ustaca bir başka mecraya çekti..
Sanki kendisine, “İnternet siteleri kurmuşsunuz. Sitelerin yetkililerinin, gerçek isimler üzerine olması talimatı vermişsiniz. Bu yetkiyi nereden aldınız” denilmiş gibi, “5561 sayılı kanunda bu zorunluluk anlatılıyor. Başbakanlığın da bu yönde talimatı var” diye cevap vermiş!
Akredite gazeteciler de, “General konuşuyorsa, vardır bir bildiği” diyerek, ikinci bir soru yöneltmeden, konunun kapatılmasına sessiz kalmışlar.
Açıklamadan bir gün sonra, Başbakanlık bürokratlarını almış bir telaş..
“Biz ne zaman Genelkurmay’a, ‘internet sitelerini fişleyin’ diye emir verdik?” diye aramışlar, taramışlar, bir şey bulamamışlar.
Ve sonunda, emri ne zaman verdiklerini tespit için, Genelkurmay’a sormaya karar vermişler.
Neresinden bakarsanız bakınız, kamu gücünü elinde tutan kurumlar açısından garip bir durum bu..
Başbakanlık’tan emir alındığı söyleniyor, ama bunun belgesi gösterilmiyor. Gösterilmesi de mümkün değil zaten. Çünkü öyle bir emir üzerine bu fişleme yapılmış olsaydı, yazının üstünde, o emir de ilişik tutulurdu zaten.
Yok öyle bir emir.
Hıfzı General, o an durumu kurtarmak için atıyor ortaya bir laf.
Akredite gazeteciler de süklüm püklüm dinliyorlar..
“Komutanım, hemen emretseniz, toplantının sonuna kadar o emri bize getirtseniz de, biz de görsek” demiyorlar..
Toplantı bitiyor.
Medyada konu ile ilgili yorumlar yayınlanıyor..
Şimdi Başbakanlık Genelkurmay’a soruyor, “Bize atfettiğiniz o emir nerede?”
Cevap ne çıkacak, merak mı ediyorsunuz?..
Bence hiç merak etmeyin.
Soru ve cevap arasında bir farklılık var.
Hıfzı General fişlemeyi cevaplandırıyor gibi yapıyor, ama bambaşka şey anlatıyor.
Şimdi Başbakanlığın yazısı üzerine de, “Ben fişlemenin Başbakanlık emri olduğunu söylemedim ki..” diyecek.. “Ben kamu kurumlarının internet sitelerinin nasıl kurulacağına dair Başbakanlık yazısını kastettim” diyecek, konuyu kapatacak!..
Başbakanlığın yazısı üzerine, bugün yarın yapar o açıklamayı..
Biz de akredite gazetecilerin sessizliği ile kamuoyunun nasıl yanlış bilgilendirildiğini, yeni bir örnekle daha öğrenmiş oluruz.
Soran, sorgulaması gereken gazetecilerin; “akredite” uygulaması ile kamuoyunu yanlış bilgilendirilmede nasıl konu mankeni haline geldiğini bir daha görmüş oluruz.
VAKİT