Bahreyn’e Bakış

Ahmet Varol

Bu sıralarda Arap dünyasında çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Ben de bu yazıyı on saat uçakta kalacağımız o yüzden gittikten sonra da bir süre dinlenmeye ihtiyaç duyacağım bir yolculuk öncesinde yazıyorum. Dolayısıyla siz yazıyı okurken belki Bahreyn’de ve Libya’da birçok şey değişmiş olacak Ama bu yazıda üzerinde duracağım konular güncelliğini kaybetmeyeceği gibi zihinlerin yanlış yönlendirilmesine yol açacağı için mutlaka düzeltilmesine ihtiyaç duyduğum konular olduğundan yeni gelişmelerden dolayı önemini de kaybetmiş olmayacaktır.

Bahreyn, Basra Körfezi içinde yaklaşık 700 km2’lik küçük bir ada devletidir. Nüfusuyla ilgili olarak 750 binden 1 milyon 200 bine kadar farklı tahminler veriliyor. Fakat son nüfus sayımına ve doğal nüfus artışına göre yapılan en uygun tahmin yaklaşık 850 bindir. Diğer tahminler belki rasgele yapılmakta yahut ülke nüfusuna dâhil olmayan yabancı işçilerin de dâhil edilmesiyle çıkarılmaktadır.

 

Ülkenin İngiliz işgalinden kurtulup bağımsızlığını ilan ettiği 15 Ağustos 1971’den sonraki ilk dönemde resmî adı Bahreyn Devleti idi. Bugünkü Kuveyt Devleti gibi. Fakat İslâm âleminde genellikle Bahreyn emirliği olarak bilinir, devletin başındaki diktatör de Bahreyn emiri olarak anılırdı. Diktatör de kariyerini yükseltmek amacıyla devletin resmî adını Bahreyn Krallığı olarak değiştirdi. Ama insanların ağzı emire alışık olduğundan son dönemde yaşanan halk ayaklanması olaylarına kadar gerek medyada gerekse halk arasında yine emir diye anılmıştır.

 

Bahreyn nüfusunun % 60’a yakın bir kısmını Caferi Şiiler, kalan kısmını da Sünniler oluşturur. Bazı kaynaklarda bu oran daha az verilirken bazılarında ise % 70’e kadar çıkarılıyor. Bu yüzden de ülkede çoğunluğun Şiî olmasına rağmen kralın Sünni azınlığa mensup olduğu vurgulanıyor. Böyle bir vurgulamadan da ülkede Şii kitlenin Sünni saltanatına başkaldırdığı kanaati hâsıl oluyor.

 

Bunun yanı sıra bazı yorumlarda Bahreyn üzerinde ABD, Suudi Arabistan ve İran üçlüsünün gözü olduğu,  olayları da bu üçlünün kendi hesap ve çıkarları doğrultusunda yönlendirdikleri iddialarının dikkat çektiğini görüyoruz.

 

Her şeyden önce başlangıçta emir diye bilinen sonra kendini “kral” kariyerine yükselten Bahreyn diktatörünün Sünni bir aileye mensup olması ülkede Şii çoğunluğun üzerinde Sünni saltanatı olduğunu göstermez. Totaliter dikta rejimleriyle yönetilen daha başka ülkelerde olduğu gibi bu ülkede de dayatmacı dikta rejimi var. Bu bir zulüm rejimidir ve herhangi bir mezhebi temele dayandırılamaz. Ayrıca bu rejimin diktatörlük anlayışına dayandırılan zulüm uygulamaları sadece Şii kesimi değil tüm mazlum ülke halkını etkiliyor. Dolayısıyla ayaklanmanın mazlum Şii halkının, zalim Sünni saltanatına başkaldırısı gibi anlaşılmasına yol açacak niteleme yahut kasıtlı yönlendirme karşısında dikkatli olmak gerekir. Ayaklanma mazlumların zalimlere karşı ayaklanmasıdır.

 

Öte yandan yıllardır zalim diktatörün totaliter rejimi altında ezilen halkın özgürlük rüzgarından etkilenerek meydanlara dökülmesi üzerine gerçekleştirilen katliamları, vahşi saldırıları her ne adına olursa olsun onaylamak ve basite almak mümkün değildir.

 

Biz Mısır’da olduğu gibi Bahreyn’de de ezilenlerin zulme karşı ittifak oluşturduklarını, bir mezhep hâkimiyeti kavgası içinde olmadıklarını düşünüyoruz. Haksızlığa uğrayanları bir mezhep hâkimiyeti kavgasına sokmak için kafa karıştırmaya kalkışanlar fitnecilerdir.

 

Bunun yanı sıra Bahreyn’de Sünnilerin oranının düşük olması azınlık olduklarını göstermez. Diplomatik ve idarî yönden “azınlık” tanımlamasının nüfus oranları az olan tüm dinî veya etnik unsurları kapsamadığı biliniyor. Ayrıca adalet ve hukuk nüfus oranlarına göre paylaştırılmaz. Adalet ve hukuk önünde herkes eşittir.

 

Bahreyn halkının zulme başkaldırısı ile dış güçlerin burayla ilgili plan ve hesaplarını aynı çerçevede ele almak doğru değildir. Özgürlük ve hukukuna kavuşmak için meşru direniş ülkedeki mazlum halkın hakkıdır. Dış güçlerin hesapları o halkın bu hakkını gayri meşru hale getirmez. Meşru olmayan, bu hak üzerine çıkar planları kurmak ve olayların sonuçlarını bu planlara doğru yönlendirmektir. Bunu da en çok ABD’nin yaptığı, halkların özgürlük davalarının önüne sürekli yeni tuzaklar kurmaya çalıştığı biliniyor.

 

YENİ AKİT