Günlükler, ses kayıtları, belgeler artık suç unsuru değil de, memleketin darbe bahanecilerini, kılıf terzilerini kırmızıya dönüştüren turnusol kağıdı yerine geçiyor; ama kimsenin yüzü kızarmıyor.
Gerçi, tabii ki kartlar açılsın, etektekiler dökülsün, baklalar da şöyle ortaya gelsin. Hiç rahatsız etmez, şaşırtamaz. Savcılar düşünsün, beni bağlamaz.
Ama, Özden Örnek Paşa'nın darbe günlüklerinden yükselen buğunun aynısına Balbay'ın çiziktirmelerinde de rastlamak ilginç geldi bana. Nitekim her ikisinde de zımni ya da açıktan varılan nihai nokta şuydu: “Demokrasi iyi bir yönetim biçimi değildir, çünkü halk cahildir.” Hatırlarsınız, “Göbeğini kaşıyan adam”, “Bidon Kafa” gibi güzellemeler de, bu şelaleden dökülen incilerdi.
Kastedilenin cahilliğin eğitimsizlikle/bilmemekle/öğrenmemekle değil de, dindarlıkla ilişkili olduğunu hepimiz biliyoruz oysa. Yine de “kanıt isterük” diyenler için, buyrun 'okumayan' kadının örtüsünü Cumhuriyet'e tehdit olarak görmeyip, eğitim talep edeni yasaklama işlemine.
Şudur: Demokrasinin inkıtasına sebep olabilecek kadar büyük bir sorundur cahillik. Ama gerekli “makbul vatandaş” şartlarını taşıyorsa sözkişisi olan. Yoksa dindar sonsuza kadar cahil kalmalı ki, cahilliğe karşı olduğu sanılan zevatın aslında dine karşı olduğunu perdelesin.
“Cahil” dedikleri topluma ne tür bir kamillikle mukalebe ettikleri ayrı bir muammadır ve bir yanadır; kamilliğin kriterleri de muğlaktır mesela. Bale yapan çocuklar yetiştirmek mi, darbe yapan çocuklar yetiştirmek mi daha kıymetlidir bir mütekamil nazarında? Esnemeye asla gelmeyen “çağdaşlık” ölçütleriyle toplumun büyük bölümünü ötekileştirmek midir kamil davranış biçimi, yoksa o “ötekileştirdiklerinin” cahil olduğu gerekçesiyle askeri vesayet sistemine hamle etmek mi? Ulusal bağımsızlığa ilişkin endişelerin sosyal bir sopaya dönüşmüş laiklik ithamıyla dile getirilmesi mi, o sopanın yerini dipçiğin alması mı? Hangisi 'ulus'un yapısını daha az tahrip eder sözgelimi?
Sorular çoğaltılabilir ama mühim olan; cevaptır. Ki o da şudur: bugün “cahil” olmaları nedeniyle darbeye maruz kalmayı hak ettiği düşünülen kesim, aynı derecede cahil olup CHP'yi ya da içinde dini nüveler taşımayan bir başka “meşru” partiyi iktidara getirseydi, bir yandan sağduyulu, öngörülü, baştacı, saygın vatandaş taltifine boğulacak, öte yandan dindar olduğu için eğitim isteği yine reddedilecekti.
Mesele tümüyle budur: Balbay'ın günlüklerinden sızan “korku”nun menşei de aynıdır.
Hükümetin neo-ekonomi politikaları da, “yüzünü 180 derece Batı'ya dönme” çalışmaları da, korkmaya meyyal olanların korkusuna engel olamamıştır. İsterse laik devlet anlayışını benimsemiş olsun, Cumhuriyet'in kazanımlarına dair tek bir itiraz cümlesi etmesin, seçmenine verdiği sözleri yerine getirmemek pahasına, seçmeni olmayanları 'korkutmama' izleği üzerinde yürüsün, kimseyi kesmemiştir. Velev ki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nden birebir tercüme yönetim biçimini tercih etsin, kimliğinde dini ögeler bulunan herhangi bir parti, “heyula”, “umacı” olmaktan kurtulabilir miydi, bilmiyorum.
Bildiğim, günlüklerde gerçek bir “korku” var. Şaşırtıcı derecede sahici, garip bir şekilde korkanları anlamayı gereksinecek kadar esaslı görünüyor. İnsanı 'neden korkuyorlar' diye düşünmeye itecek ölçüde hakiki duruyor. Ama kazıdığında korkunun altından şeriatın gelmesi ihtimali filan çıkmıyor.
Çünkü, 1- Hükümet bırakın şeriat getirmeyi, Batıcı uygulamalarda TC'nin gelmiş geçmiş tüm hükümetlerini yaya bırakan performansıyla, seçmenini bile hafiften homurdanmaya sevkedecek kadar ileriye gitmiştir. 2 - Bu ülkedeki laiklik anlayışı, belli kesimlerce öteden bu yana müslümanca yaşama biçimlerinden nefret etmek olarak algılanmıştır. Çoğunluğun dini pratiklerini yerine getirmeye çalışanlardan oluştuğu düşünüldüğünde, din karşıtlığına ifade serbestisi temin edebilecek tek cümle de, “eyvah şeriat geliyor” korkusunu dillendirmek ve körüklemektir. Yiğitçe çıkıp “dindarlardan, sırf dindar oldukları için nefret ediyorum” diyemeyenlerin, sığındığı güvenli kovuktur. Nitekim, “Eyvah şeriat geliyor” cümlesi, vatan aşkını da, Cumhuriyet sevdasını da, laiklik bekçiliğini de garantileyen bir imtiyaz anahtarıdır. Böylesi bir maymuncuğu bırakıp, “dindarlardan nefret ediyorum” demek, neden sorusunu gereksinir ve bunu cevaplamak durumunda kalmak hiç de konforlu bir durum değildir.
Velhasıl, korkanların korkuları, şeriatın kapıyı tıklatmadan içeri girmesi endişesinden dolayı değil, kimliğinde dini değerler hanesi boş olmayan bir kesimin, kimliğinde dini değerler hanesi boş olmayan adamları hükümete getirmesi ve eski muktedirlerin bu durumu değiştirmek için illegal faaliyetler dışında ellerinde hiçbir seçeneğin kalmamış olduğunun anlaşılmasıdır. Ha, bu adamların hükümet etme işini iyi yapıp yapmadığı ayrı ve demokratik bir tartışma platformunda gayet iyi iş çıkaracak bir konudur; ama mesele topu sahadan, doğru zeminden çıkarmakta, outa göndermekte, sözkonusu durumu hazmedemekte, sindirememekte, kabullenememekte yatmaktadır.
Yoksa “cahil halk”mış, “ya şeriat gelirse”ymiş, kurdun “suyumu bulandırıyorsun” demesi gibidir: Bahanedir, hikayedir, yalandır.
YENİ ŞAFAK