Bağımsız, Sorumsuz ve Provokatif

KENAN ALPAY

Türkiye’de gündemi alt-üst edecek gelişmeler için o kadar çok vesile var ki! Bu alt-üst edişleri hayata geçirmek için fazla uzun boylu plan programa veya olağan üstü bir toplumsal hareketliliğe hiç gerek yok.

YSK’nın seçimlerin hemen arifesinde 7’si BDP listesinden toplam 12 bağımsız adayı veto ederek yaptığı hareket kelimenin tam anlamıyla klasik bir alt-üst ediş hamlesidir. Bağımsız adayların veto edilme gerekçesinin hep söylendiği üzere hukukla herhangi bir alakası yoktur. Olsa olsa darbe anayasasından ve mevzuat hazretlerinden bürokratik oligarşi adına şefaat dilenme vardır.

YSK’nın pozisyonunun bürokratik oligarşinin diğer kurumlarında olduğu gibi siyasete ve topluma karşı devletin dokunulmazlığını temin etme olduğundan kimin şüphesi var acaba? YSK’nın oluşumu Yargıtay ve Danıştay’dan gelen 11 yüksek hakimle temin ediliyor. Fakat YSK’nın şimdiye kadar aldığı kararlar hep tartışmalı ve toplumu rahatsız edici kararlar oluyor. YSK’nın sürekli “bağımsız bir kurul” olarak takdim edilmesi tartışmaların önünü almaya dönük bayat bir slogandan ibaret. Çünkü YSK, seçimlerin hukuka uygunluğu misyonuyla alakadar değil. En temelde seçimleri devlet sınıflarının ve resmi ideolojinin belirlediği çerçeveye azami miktarda sıkıştırmaktan ibarettir.

Baksanıza darbeciler, cuntacılar, geçmişte silahlı-bombalı eylemlere imza atanlar söz konusu olduğunda sessizce onaylayanlar Erbakan’dan Erdoğan’a veya BDP’li vekillere sıra gelince mevzuat sevdalısı kesiliyorlar. Yurt dışında yaşayan vatandaşların oy vermesini veto ederken veya seçim çalışmalarında Kürtçe konuşmayı yasadışı sayarken de aynı çarpık dayatmayla muhatap oluyorduk aslında. Bu konular çokça tartışıldı ve bu gidişle daha çok tartışılacağa benziyor.

Tartışmaların merkezine bürokratik oligarşinin bir uzantısı olan YSK’nın varlığını ve misyonunu koymadan siyasal bir rekabet havası estirenler sadece kısa bir zaman için az bir menfaat elde edebilirler. Oysa öncelikle tartışılması gereken YSK’nın varlığı, oluşumu ve itiraza kapalı, dokunulmaz statüsünün kabul edilemezliğidir. YSK’yı ancak YSK’ya şikâyet edebiliyorsunuz yani.

YSK’nın ikisi halen milletvekili olan 7 BDP’li ismi veto etmesini MHP ve ulusalcılar dışında açıkça sahiplenen hiçbir çevre olmadı. Fakat burada garip olan BDP’nin geçmişte Başbakan Erdoğan ve partisini de mağdur etmiş YSK üzerinden eleştiri oklarını AK Parti’ye çevirmiş olmasıdır. Olan bitenleri bir AK Parti komplosuyla açıklamanın nesnel bir zemini var mı?

Bu komplo teorisinde YSK ve YSK’nın oluşumunda doğrudan doğruya etkin olan Danıştay ve Yargıtay’ın Kemalist-Türkçü dayatmasını es geçmek bazı siyasilerin zayıflığını ve tutarsızlığını gösteriyor. Referandum sürecine destek vermeyen BDP’nin bu kararı izah sadedinde “hükümet komplosu”na müracaat etmesi ciddi bir açmazdır.

BDP’nin kendisine yönelen suçlamalarına dair Hükümet kanadının izahı daha açık ve net olabilirdi. YSK’nın tartışılmasına, bürokratik oligarşi adına siyasete ve topluma çerçeve çizmeye odaklanmış kurumların tasfiye edilmesinin anlaşılmasına dair bir vesile addedilebilirdi bu mesele. BDP ile siyasi rekabet adına YSK’nın dayatmalarına yeterince tepki gösterilmemesini “yargı kararlarına saygı” ile izah etmek boşunadır. Bu yargı geleneği ve kurumlarının hukuka, adalete, topluma ciddi bir hasımlık beslediğine o kadar çok delilimiz var ki, saymakla bitmez.

YSK’yı dövemeyenler birbirini dövmeye kalkışırsa klasik psikolojik harp söyleminin başarısı bir kez daha teyid edilecektir: Siyasi ihtiraslarla ülke kaosa sürükleniyor. Oysa açıktır ki yaşanan ve yaşanacak kaosun en büyük sorumlusu bürokratik oligarşinin tetikçisi gibi hareket eden YSK’dır. Evrak fetişizmi ile mahkeme kararı saplantısı ile halkın siyasal tercihlerine yönelik barikatlar kuran bir kurumun meşruiyetine yönelik köklü ve kapsamlı bir karşı kampanyaya ihtiyaç var.

12 Haziran seçimleri öncesinde bürokratik vesayetin her dönem yürürlüğe sokabileceği kaos-provokasyon projeleri olduğunu gösteren bir klasiktir yaşadıklarımız. Sözde bağımsız ama özde icraatlarından hiçbir surette sorumlu tutulamayan bir kurumdan provokatif kararlar sadır oluyor.

Hiç hayrını, iyiliğini, halka ve siyasete saygısını görmediğimiz, bundan sonra da göremeyeceğimiz oligarşik kurumlardan kurtulmaya bu suikast girişimi de bir vesile olsun. “Eşeğini dövemeyen semerini dövermiş!” durumuna düşmemek için semerle uğraşmaktan vazgeçelim. Anayasa ve bürokratik kurumların halka, hukuka siyasete suikast düzenleme yeteneklerine ve gerekçelerine güçlü bir tokat vurmanın fırsatlarını da elden kaçırmayalım.