Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (16 Ocak 2021) şöyle:
BAE’nin Mehmet Ali Öztürk’e karşı işlediği suç için hesap zamanı
BAE’nin Ortadoğu’da demokratik gelişmeleri kendine bir tehdit olarak görmesi, onu her yerde darbeleri destekleyen, organize eden komplocu bir siyaset tarzını benimsemeye sevk etmiş. İçinde her çeşit yalan-dolan ve şiddet eylemiyle birlikte teröre el altından destek vermek de bu tarz bir komploculuğun kaçınılmaz parçası. Demokratik güçleri “terörist” diye yaftalamak, bunu yapabilmek için gerekirse onları mahkum ettirecek suçları onlar adına bizzat irtikap etmek de bu tarz komplocu faaliyetin bir sonucu. O yüzden Somali’de el-Şebab terörünü, Suriye’de benzer örgütleri organize ederken, Yemen’de ise bir yandan Husilerle savaşıp başka yerlerde onlarla işbirliği yaparak hem müttefiki olan Suudi Arabistan’a hem de birlikte resmen destekledikleri meşru hükümete ihanet ederken görebiliyoruz.
Libya’da darbeci Hafter’e çıkış bahanesi olarak Trablus’taki BM’nin tanıdığı meşru hükümetin temsilcilerini “terörist” diye yaftalama aklı verir. Bu arada en bağnaz tekfirci Medhali grupların Hafter saflarında, Sudan’dan, Afrika’dan getirdikleri paralı askerlerle birlikte meşru hükümete karşı darbesini örgütlemeye çalışır.
BAE’nin bu tarz faaliyetleri her geçen gün deşifre olurken, Türkiye’yi de açıktan hedef aldığı görülüyor. Çünkü Türkiye tam da BAE’nin kabusu olan demokrasiyi en başarılı biçimde temsil ederek bütün Arap halklarına model oluşturuyor. Türkiye’nin aslında başkalarına model olmak gibi bir derdi yok. Demokrasiyi kendi halkına layık gördüğü için istiyor ve uyguluyor. Demokrasi başlıbaşına BAE’nin kabusu. Gargaş’ın İhvan dediği şey aslında demokrasiden başka bir şey değil. BAE’nin kabusu İhvan değil, demokrasi. Kendisine iyilik yapması gerekiyorsa, BAE’nin bu demokrasi korkusunu gidermesi gerekiyor.
Bu korku yüzünden irtikab ettiği suçların bir kısmının hesabını Av. Gülden Sönmez’in görmeye başlamış olduğunu söylemiştik. Sönmez bir süre önce İngiltere ve ABD’den bir grup avukatla birlikte MbZ ve Muhammed Dahlan’ın Yemen’de irtikab etmiş oldukları insanlık suçlarını uluslararası ceza mahkemesine şikayet etmişlerdi. Bu konuda dava İngiltere’de devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta içinde de Av. Sönmez, Av. Mete Gençer ile birlikte Türk İşadamı Mehmet Ali Öztürk ve eşi Emine Öztürk’e karşı uyguladıkları suçları şikayet eden dilekçelerini BM Keyfi Tutulmalar Çalışma Grubu’na Acil Çağrı ile sundular.
20 Şubat 2018 tarihinde bir gıda fuarı için eşiyle birlikte Dubai’yi ziyaret eden Öztürk kaldığı otelin lobisindeyken yanlarına yaklaşan resmi görevlilerce başlarına çuval geçirilmek suretiyle alıkonularak çölde bir mekana götürülerek ağır işkence altında sorguya tabi tutulmuş ve bazı ifadeler vermeye zorlanmış. Kendisine isnat edilen suçlar hakkında hiçbir delil olmadığı halde, üstelik isnat edilen suçların dahi BAE ile hiçbir ilgisi olmadığı halde uydurma delil ve isnatlarla, doğru dürüst savunma hakkı, hatta tercüman hakkı tanınmadan uydurulan ifadelerine istinaden ömür boyu hüküm verilmiş.
Öztürk, sorgusu esnasında soğuk suda yatırılmış, sırtına demir bağlanmış vaziyette ve kollarını gererek rükuya gider şekilde 3 gün uyumasına müsaade edilmeksizin tutulmuş, düştüğü zaman üzerine soğuk su dökülüp dövülmüş, defalarca beyin felci geçirdiğini söylemesine rağmen kafasına tekme ve yumruklarla vurulmak suretiyle düştüğü yerden kaldırılmış. Kafasına havlu gibi bir şey geçirilip ağız hizasından su boşaltarak boğulmaya çalışılmış, nefessiz bırakıldığı için yapılan işkence sırasında birkaç kez bayılmış, soğukta bekletilmiş, küçük hücrede uzun süre tutulmuş, aç bırakmanın yanı sıra elleri ayakları bağlıyken ne olduğunu bilmediği iğneler yapılmış. İlk etapta 52 gün sürekli bu şekilde işkenceler yapılırken, sürekli dayak atılmış ve bağırarak hakaret edilmiş. İşkence sırasında düşüp çöktüğü zaman vücuduna buz hissi veren spreyler sıkılmış ve dua ederek ayakta kalabilmiş. Tabi bu süreçte 25 kilo kaybetmiştir.
Tüm bu işkenceler sırasında Türkiye aleyhine konuşmayı reddedince tüm ağır işkencelere rağmen istedikleri hususları söylemeyi kabul etmeyince bir gün ABD’de üniversite okuyan oğlu Abdullah’ın resmini göstermişler ve oğlunun ABD’de, evine girerken ve çıkarken resimlerini çekmiş, oğlunu öldüreceklerini söyleyerek tehdit etmişler. Aynı zamanlarda ABD’de FBI, oğlu Abdullah Öztürk’ün öğrenci evini basmış defalarca sorgulamış ve Türkiye’ye gelişini bir süre engellemiştir.
İşin burası çok önemli zira bu işkence ve insan hakkı ihlaline ABD de katılmış. Zaten kendi sosyal medya hesaplarında Amerika’nın politikalarına ve işlediği suçlara dair ABD karşıtı yorum ve paylaşımları için de sorgulanıp, işkence görmüş. Bu süreçte sürekli ABD ile istihbarat bilgi ve belge alışverişi yapıldığını anladığını beyan etmiştir. Öztürk’ün sosyal medya hesaplarında ABD ile ilgili paylaşımları çoğunlukla ABD’nin silahlarının PKK/PYD eline geçmesi ve bu silahlarla sivillerin ölümüne sebep olması sebebiyle eleştirdiği paylaşımlardır.
Öztürk BAE’de ilk kez savcılığa çıkarıldığında işkenceleri beyan etmiş ama hiçbir işlem yapılmamıştır. Ancak bu savcı Öztürk’e ABD İstanbul başkonsolosluğunun kendisiyle yakından ilgilendiğini ve Konsolosluk tarafından Türkiye’de hakkında bilgi topladıklarını ve bu bilgileri BAE ile paylaştığını ve hatta dosya gönderdiğini beyan etmiş.
Öztürk, işkencelere rağmen yapılması istenen hususları kabul etmeyince ve kameraya konuşmayınca Mahkemeye sevk edilmiş ve sözde bir yargılama ile kurgu bir dosyayla teröre destek verdiği suçlamasıyla müebbet hapse mahkum edilmiştir. Toplam 1 yıl hücrede kalan Öztürk, sonrasında cezaevine geçirilmiş ama burada da kötü muamele görmüştür. Yapılan başvuruda El Whatba Cezaevinin çok ağır ve kötü koşulları olan bir cezaevi olduğu, buradaki koşulların gayriinsani olması sebebiyle çokça sayıda şikayete konu olduğu belirtilmiştir. BAE sistematik olarak şikayete konu ihlalleri gerçekleştirmekte ve bu konuda BM mekanizmalarında oldukça ciddi sayıda şikayet sözkonusu. Çok sayıda yabancının bu şekilde tutularak bilinmeyen yerlere götürüldükleri, işkence altında sorgulandıkları ve dış dünya ile irtibatlarının kesildiğine dair çok sayıda başvuru söz konusudur.
Burada BAE’nin ciddi bir insanlık suçu işliyor olduğu çok açık. Ancak bu suçuna ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğunun da ortak olduğu görülüyor. Bu yüzden Öztürk’ün avukatlarının sordukları hesaba sadece BAE değil, ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu da dahil olacak görünüyor.